Anlatacak olduğum birçoklarımızın ailesinde de aynısı veya benzeri yaşanmış bir öyküdür. O sebeple çok insana tanıdık gelecektir. İki büyük savaşın tahribatları arasında ayakta kalan aile büyüklerimizin hayatlarından küçük çizgiler…
Belki yirmi yıl önceydi; bu fotoğrafı, yerde çöpe gidecekken bulmuştum. Hemen birkaç tane renkli suretini çıkardım. Sonra bir kitabın arasına koydum. Unutmuşum, ara ara aklıma düşüyordu acaba nerededir diye? Geçen gün onu, katlanmış eski kâğıtları düzgünleştirmek için ütülensinler diye koyduğum kalın bir kitabın arasında bulunca, sevincime payan olmadı. Hani “Allah garip kulunu sevindirmek isterse önce eşeğini kaybettirir, sonra yine buldurur.” derler ya. Aynen öyle oldu!
Fotoğraf, kendisini görmediğim büyüknenem/ babaannem Asiye Gedikli’nin! Nüfus kütüğüne göre Sarımustafaoğlu Mehmet kızı Hanım’dan olma Asiye 1/7/1884’te doğmuş; 28/1/1950’de 66 yaşında bu fani dünyadan göçmüş. Annesi “Hanım”, Berberlilerden…
Babaannemin doğum tarihi, birçok yaşıtında olduğu gibi, tahminidir. Dolayısıyla belki biraz daha yaşlıdır.
Bu fotoğrafı oğlu, merhum öğretmen amcam Hamit Gedikli, demek ki 1950’den evvel çekmiş. O tarihlerde fotoğraf köylerde ancak tek tük alınmış olurdu. Mesela kocası Eyüp dedemin elimizde bir fotoğrafı yok.
Babaannemin ilk kocası Muratoğullarından Çolak Arif imiş; Akçaabat’ı Çarlık Rus ordusu işgal edince Eşekmeydanı’nda Çolak Arif’i, birçok köylüsü ile birlikte kılıçlayıp kaştan aşağı atmışlar. Bir uşak olarak firar etmekte olan merhum Cifin’in İsmail (Berber), Çolak Arif’i orada can çekişirken gördüğünü nakletmişti. Daha önce de bir yerde yazmıştım bunu. Bunun üzerine Asiye Gedikli, muhacirlikte, Taşova’da dedemle ikinci evliliğini yapmış. İlk evliliğinden çocuğu olduysa bile yaşamamış. Dedeme ise dört oğul doğurmuş: Halil İbrahim, Mustafa (babam), Kadem ve Hamit. Kadem amcam 1960’larda ülkede yaygın olan ince hastalıktan/ veremden genç yaşta Rahman’ın rahmetine erişmiş. Onu hayal meyal hatırlarım.
Babaannem; eli açık, veren, yediren, misafirperver bir kadınmış. Dedem onun gidişinden sonra on bir yıl daha yaşamış. Annemin dediğine göre dedem; kapılarda, tarlalarda, ormanlarda karısını “Ey benim emektarım!” diye anarak ağlarmış. “Yüreğümde tarhana baklası gibi kaynıyor!” dermiş! Babamın açıklamasına göre, köylünün çayı mesabesinde olan tarhana çorbasının içine bazen taze bazen de kuru fasulye bırakırlarmış. Yöremizde bakla diye fasulyeye derler. Çorba kaynayınca bir pınarın kaynaması gibi o fasulyeler çorbanın içinde çıkar iner, çıkar iner… Öyle tarif etmiş, hasretini eşine dedem…
Bu fotoğraf galiba kışın çekilmiş; babaannemin başı sıkı sıkı sarılı…
Ben ikisini de tanımadım. Babaannem ben doğmadan dokuz sene evvel vefat etmiş. Dedem ise benim doğumumdan bir buçuk, iki sene sonra…
Annem halasına gelin olmuş! Kaynanasını severdi. Hem onu hem kaynatasını her zaman saygı ve sevgi ile anardı. Nur içinde yatsınlar!
Babaannemin fotoğrafına bakıyorum, tıpkı babam! Bir oğul anasına bu kadar mı benzer?! Çukurdaki gözler, burun, yüz, çene hepsi, hepsi babam!
Ne denli neşeli de olsalar, ölü olduğunu bildiğim insanların fotoğraflarını her vakit hüzünlü bulurum. Bu fotoğraf için de geçerli bu gözlemim; belki de bu dünyada konuk oluşumuzu bilmenin duyurduğudur bu his!
Fethi GEDİKLİ

Son Yorumlar