Her esaslı hikâyede bir yolculuk vardır. Dostoyevski’yi tam idam edilip ebedi yolculuğa çıkacakken kurtulup, Sibiryadaki mecburi ikâmet değiştirir. Cemil Meriç Konya’ya giderken trende bir delikanlının sen bizden değilsin sözüne takılır. Kemal Tahir Çorum cezaevinde yatarken bu toprakların gerçeğine dokunur. Seyahat “Ya Resulullah” derken kastı aslında şefaattır Çelebimizin. Ama onu tarihe yazdıran bu seyahatler olur. Yoksa bir Padişah Musahibi olarak ölüp gidecekti. İbn-i Arabi Endülüs’ten kalkıp Konya’ya gelmeseydi ne olurdu hiç düşündük mü?
Hep bir yolculuk vardır. Kiminin mekânda, kiminin de kendi içinde… Bazen de mekân değiştirirken ya kendi içine ya da kendi evine dönenler olmuştur. Tıpkı Batıya kaçan Yahya Kemal gibi. Paris rüyası gerçeğe dönüşünce hakikate gözleri açılır ve “Süleymaniyede bir bayram sabahı” kendine gelir.

Tebdili mekânda ferahlık vardır derken, birazda Türk’ün coğrafya ve mesafe tanımamazlığının da tesiri görülür. İki asırda koca bir coğrafyayı değiştirmek. Pek benzeri olmayan bir iş gibi. Neticede Dünya tarihinin yön değiştirmesi.
Ve Hicret… Hep düşünmüşümdür, Hicret her müslümana farz mıdır? Sünnet midir? Ve hicrette zaruret şart mıdır?
Ve Müslümanın tebliğ vazifesi. Ve bir Hristiyan misyonerin mesafe tanımayan bir aşkla diyar diyar gezmesi neden zamane müslümanlarında yok. Neden bir “Sarı Saltuk” çıkmaz oldu. Çakılıp kalmak şehir demek, medeniyet demektir eyvallah. Ya herkes mi kalmalı? Birileri uzaklar diye bir yerlere gitmemeli mi?
Neden durduk? Kalkın gidelim…
Rahmi ŞEYHOĞLU

Son Yorumlar