Aman be Hanım Abla, şair misin öykücü müsün nesin de anlamazsın hiç paradan puldan diye bir yandan örgü şapkasını düzeltiyor bir yandan da tek eliyle elmasını yemeye çalışıyordu. Ta ne zaman zam geldi arabalara da haberin yok hiçbir şeyden. Geçim ne zor bilmiyorsun da. Seni alıp müzeye koymalılar. Ha Abla, söylesene şairdin, öykücü mü oldun?
Sen de Himmet Çocuk olmalısın, boyundan büyük işlerin var dedim. Laf da çok ağzında. Biraz öyle oldu evet. Bu evlerin kapılarından içeri girmek çok heyecanlıymış. Her biri ayrı bir türkü tutturmuş. Dumanları başka ötüyor bacalarının. Göçe hazır kuşlar gibiler. Beni çağırıyorlar, yaz diyorlar, yazıyorum ben de. Rahmetli Fadime babaanne “ne o durmadan okuyup yazıyorsun, gözlerine yazık, okuyup da kâtip mi olacaksın?” derdi. Ben de yok ormancı olacağım derdim ya. Olamadım. Her genç kızın hayali, çeyiziyle gurur duymak, kolunda bileziklerle ele güne karşı gelin olmak olmalı ona göre. El âlem merhaba, bugün nasılsınız bakalım? Yeteri kadar girdiniz mi öykümüze de? O halde şimdilik güle güle size. Fadime babaanne boş duranı Allah sevmez de derdi. Boş durulacak vakit değil. Daha kınanacak onca insan var? Bir de falınıza bakın bakalım? Bugün bir öykücü meşhur etmiş mi sizi öbür el âleme?
Fadime babaanne mi? Her öyküde ona rahmet okuyorum, okuyucular da Fatiha okuyor. Ne güzel sırıtıyor fotoğrafları Fadime babaannenin, ölmeden önce öleydim der gibi.
Beni boş ver de oku sen, adam ol. “Çalış çabala malın kalırsa kalsın gâvura, muhtaç olma hısımına akrabana” Olur mu?
Olur ya olmaz mı okur adam olurum, dedi. Babam da hep oku da adam ol diyordu. Sabahı akşamı yoktu zavallının. Grizu patlamasından ayakkabıları geldi eve. Kömür olmuş bir çift ayakkabı. Bir de kar beyaz diyorlar ölüm, kara be kapkara. Okuyacağım elbet, sözüm var. Senin lojmana da geldik sayılır.
Ellerini ısıtıyordu bir yandan. Elma da bitmişti. Arabada pek bir şey yoktu. Öykü olsun diye aldığım bir iki kilo patates, şiir olur belki diye birkaç nar ve lahana. Onu henüz ne yapacağımı düşünmedim. Aylarca bekledikten sonra belki de turşu olacak. Olsun. Beklemek iyidir, felsefeden anlar. Ya sabır! Feraset. Oyun olur belki. Eğlenceli.
Bu kadar olur! On yaşında bu çocuk, adı Hasan. Himmet değil ama Himmet gibi. Herkes gibi. Hiç kimseye benzemiyor. Öykü öyküye benzermiş anlaşılan.
Kar yağdığı için okullar yine tatildi. Masamın üstünde duran yasemin kolonyası, kestaneler ve selpak mendiller yetmedi öyküme. Pazara çıkmam gerekti. Anlatıcıyı olmasa da bakış açımı değiştirmem gerekirdi arada bir. Tabi yılların yorgunluğunu tek başıma taşıyamazdım. El arabasını alıp pazara işe çıkmış işte Hasan. El arabacı. Herkes onun için müşteri, arabacı geldi Hanım Abla diye bir seslenişi var ki dünyanın en önemli işini yapıyor sanki. Peki. Taşıyalım bu ağır yükü beraberce dedim. Pazarlık yaptık mı? Kaç liraydı araba? Başa döndüm tabi. Yine zam gelmiş arabaya.
Gülleler düşüyordu güllere, pazar yerlerine, fırınlara, köşe başlarına, ekmek kuyruklarına. Az yaşayıp çokça ölen canlara. Hayat devam ediyordu, vebali hepimizin boynuna.
Taze ıhlamur kaynattık. Isındık. Varsın günlerimiz hayhuy içinde geçip gitsin. Bir öykü tutturduk. “Bu da gelir bu da geçer ağlama”…
Hasan el arabasıyla pazara, öykücü klavyesinin başına…
Hayat, öykü. Öykü, hayat.
Devam ediyor…
Yasemin KULOĞLU

Son Yorumlar