Tarihi veriler, insanoğlunun milattan önce 10. yüzyıldan beri dil üzerine kafa yorduğunu göstermektedir. Dille ilgili ilk tecrübelerimiz, öncelikli olarak kutsal metinlerin daha doğru anlaşılmasına yönelikti. Milattan önce 5. yüz yılda Hint bilgini Panini’nin kaleme aldığı dilbilgisi kitabı, alanın ilk eserleri arasında zikredilir. Eski Yunan ve Antik Mısır’da da dille ilgili çalışmalar, yaklaşık olarak aynı yüz yıla denk gelir.
Dile ilişkin çalışmalar bu kadar eski olmasına rağmen dil ve toplum arasındaki ilişkinin fark edilmesi oldukça geçtir. Bu ilişkiyi inceleyen toplumsal dilbilimi (sosyolinguistik) çalışmalarının ortaya çıkışı, 20. yüz yılın başlarına tekabül eder.
Erbabı bilir; toplumsal dilbilimi, sosyal grupların dil özellikleri, dil ve devlet ilişkisi, dilin standart ya da standart olmayan biçimleri, iki dillilik, çok dillilik, alt ve üst kültür gruplarının dil özellikleri, dil ve cinsiyet arasındaki ilişki, toplumdaki etnik grupların dil özellikleri gibi onlarca konuyla ilgilenen bir bilim dalıdır.
Son yıllarda, Toplumsal dilbiliminin çalışma alanına ‘İncelik Kuramı’ adı altında yeni bir terim eklenmiştir. Kaba bir tarifle İncelik Kuramı, iletişim sırasında bireyler arasında doğması muhtemel sorunları bertaraf etmek için ortaya çıkan tutum ve davranışların dile ve yüze yansımasını inceler.
Konuyla ilgili bilimsel çalışmaların giriş kısımlarında ya da genel ağ sayfalarında bulabileceğiniz bu bilgileri neden aktardım? İddiam odur ki bugün yüzlerce çalışmaya konu olan toplumsal dilbilimi ve özellikle ‘İncelik Kuramı’na ilişkin en eski kayıtlardan biri Türkçeye aittir ve yazının başlığındaki sorudan anlaşılacağı üzere bu özellikler, ilk defa Kaşgarlı Mahmut tarafından dile getirilmiştir.
Kaşgarlı Mahmut, sözlüğünde ‘siz’ maddesini açıklarken Çiğil Türklerinin büyüklere ve saygı duyulması gereken kişilere ‘sen’ yerine ‘siz’ dediğini ancak Oğuz Türklerinin bunu yapmadığını belirtir. Bu bilgiler toplumsal dilbilimi ve özellikle İncelik Kuramı açısından son derece önemlidir:
Siz: Çiğilcede büyüklere, sayılan kişilere aytanan bir kelimedir. ‘Sen’ demektir. Asıl anlamı ‘siz’ demektir. Küçük olanlara ‘sen’ diye aytarlar. Oğuzlar bunun aksini yapar (III-124).
Dahası, sözlükteki kayıtlara göre 11. yüz yılda kullanılan ama yazık ki günümüze kadar ulaşamamış ‘senle-’ ve ‘sizle-’ fiillerinden de bahseder, Kaşgarlı. Senle- fiili, muhatabınızı küçümsemek, sizle- ise ona saygı duyduğunuzu bildirmek istediğinizi göstermektedir:
Senledi: ‘Ol anı senledi’ (O, ona sen diye aytadı.) Bu kelime ‘sen’ anlamındadır. Bir kimseye aytarken büyüklenmek istenirse ‘sizledi’ denir. Bu hakanlara karşı olan aytama gibidir (III-296).
Senletti: ‘Ol anı senletti.’ (O, ona karşı ‘sen’ dedirtti.) Yukarıda söylemiş olduğumuz üzere Türkler büyüğe siz diye aytarlar: Kurca kendilerinden aşağı olana ‘ Ol anı senletti.’ derler ki ‘O, onu küçükletmek için sen diye hitap ettirdi (II-347).
Sizletti: Men anı sizlettim. (Ben birini ona karşı ‘siz’ diye hitap ettirdim (II-347).
Yukarıdaki alıntılardan anlaşılacağı üzere, Kaşgarlı Mahmut Divanu Lügati’t-Türk’te dört farklı madde altında, Türkçenin zamir siteminin, bugün toplumsal dil bilimi çalışmalarında popüler olan İncelik Kuramı’na göre nasıl değiştiğini, Türk milletinin karakteristik özelliklerinden biri olan büyüğe saygının dile nasıl yansıdığını anlatmaya çalışmıştır. İlginçtir, örneklerin birinde bu durumun Çiğil Türklerine özgü olduğunu vurgulamış, bir örnekte ise boy adı belirtmeden genel olarak Türkler ifadesini kullanmıştır.
Senle- fiilinin, dönemin bir diğer önemli eseri olan Kutadgu Bilig’de iki defa kullanılmış olması, 11. yüz yıl Türk dünyasında sözcüğün iyi bilindiğini gösterir. Yusuf Has Hacip, ‘Ögdilmiş Kapıdaki Hizmetkarlar ile Nasıl Geçinileceğini Söyler’ başlıklı bölümde büyüklere saygı göstermenin, atalara itaat etmenin faziletlerini, dost edinmenin ve tatlı dilli olmanın önemini uzun uzun anlattıktan sonra akranlarla ilişki kurmanın inceliklerini öğütler, Odgurmuş’a. Buna göre akranlar sık sık ziyaret edilmeli ve onlarla çok vakit geçirilmelidir. Ardından, ‘Onlar sana nasıl davranırsa sen de onlara aynı biçimde davranmalı, tatlı söze tatlı dille karşılık vermelisin.’ uyarısında bulunur ve saygısızlığa maruz kalma durumunda da aşağıdaki dizelerle nasihat eder. Sana nezaketle davranan birine karşı daha nazik ve daha saygılı davranmalısın; saygısızlık durumunda ise ‘kaya yankısı’ gibi aynı biçimde tavır almalısın:
seni siz teseler anı siz tegil
takı anda yegrek yanut sözlegil ‘Sana siz diyenlere sen de siz tabirini kullan; mukabelede daima karşıdakinden daha nazik ol.’ (4310)
kaya yañkusındın kodı bolmagıl
seni sen teseler anı senlegil ‘Kaya yankısından daha aşağı kalma; sana sen diyenleri sen de senle’ (4311)
Dilimizdeki bu özelliğin tarihsel süreçte özellikle Anadolu sahasında nasıl bir değişim gösterdiğini tespit edebilmek için onlarca edebi metin taradık ama yazık ki sadece bir örnek bulabildik. 16. yüz yıl divan Şairi Dede Ömer Ruşeni, terkib-i bend biçiminde kaleme aldığı nasihatnamede cömertliği, tatlı dilli olmayı, insanların kusurlarını dile getirmemeyi, kibirlenmemeyi, rindane bir hayatı, az yemeyi, övünememeyi, gıybet etmemeyi, Allah yolundan ayrılmamayı ve haset etmemeyi öğütler. Terkib-i bendin ikinci bölümü ağırlıklı olarak tevazu ve nezakete ayrılmıştır. Bu bölümün ilk beytinde muhatabına karşı mütevazı ve nazik olmak gerektiğini anlatır. İlk olarak Kaşgarlı Mahmut’un işaret ettiği Türkçenin zamir siteminde görülen ve toplumsal dilbilimi ile yakından ilgili sen ve siz ayrımına Dede Ömer Ruşeni ben ve biz ayrımını da eklemiştir. Konuştuğun zaman ben yerine biz zamirini kullanmalı ve mütevazı olmalısın çünkü ‘Ben yaptım’ ya da ‘Ben ettim’ gibi laflar kibir göstergesidir. Dahası Ruşeni, ‘Sakın, yanılarak sen deme, mutlaka siz diye hitap et muhatabına’ diye uyarır, okuyucusunu:
Biz di sözü söyleyicek ben dime
Siz di saḫın yaŋıluben sen dime
Dede Ömer Ruşeni’nin 16. yüz yılda dile getirdiği bu durum, bugün bilimsel yazı yazma tekniklerine ilişkin en temel kurallar arasında zikredilir. İngiltere’de yüksek lisans yaparken aldığım ‘Academik writing’ (Akademik Yazı Yazma) dersinde hoca sık sık şu uyarıda bulunurdu, sınıfa: Bilimsel bir yazıda, ben yerine biz zamirini kullanmak, buna bağlı olarak da cümlenin fiilini I. çokluk şahıs ekiyle çekimlemek gerekir. Ya da bilimsel bir yazıda etken değil, edilgen çatılı fiil kullanılmalıdır; yaptım, ettim, inceledim yerine yapıldı, edildi, incelendi gibi…
Kaşgarlı Mahmut, konunun Türkçenin fiil çekimi ile ilişkisini de açıklar, sözlüğünde. Ancak buna geçmeden önce dilimizdeki sen ve siz ayrımına ilişkin kişisel tecrübemi de anlatmak istiyorum.
Siz de benim gibi küçük bir kasabada büyüdüyseniz dile ilişkin bu tür nezaket kurallarının çok da önemsenmediğini, hatta bazen bu tarz konuşmalarla dalga geçildiğini iyi bilirsiniz. 8-10 yaşlarında idim. Kocasının işi sebebiyle Ankara’da yaşayan halam, kasabaya her geldiğinde kibar ve saygılı konuşması için ablama nasihatler ediyormuş. Tabi ablam da bizi tembihliyordu. Kasabalının dalga geçtiği zoraki kibarlaşma halimizin müsebbibi halamdı. Neymiş efendim, ebe denmezmiş, nene diyecekmişiz (babaanne, anneanne ya da büyükanne çok daha sonra girdi hayatımıza.); emmi denmezmiş, amca diyecekmişiz. Hele hele büyüklere sen demek çok ayıpmış, siz demeliymişiz. İyi ama kasabada kimse umursamıyordu ki bu doğruları. Belki de Kaşgarlı’nın dediği gibi tamamı Oğuz boyuna müntesip olan kasabalı, çok da bilmiyordu, bu kuralları. Halam iki gün kalıp Ankara’ya dönüyordu ama biz kasabalının dalga geçtiği bu kibarlaşma haliyle baş başa kalıyorduk!
Bir diğer tecrübe… Öğrencilik ve meslek hayatımın neredeyse tamamı Doğu ve Güneydoğu’da geçti. Bölge insanı, büyük oranda Türkçedeki sen ve siz ayrımına dikkat etmeden konuşuyordu. Bu durumu başlarda yadırgamış, nezaketsizlik ve saygısızlık olarak algılamıştım. Bölgede konuşulan Kürtçe ve Zazacada Türkçedeki gibi sen ve siz ayrımın olmadığını öğrencince anlamıştım işin içyüzünü. Konunun saygısızlık ve nezaketsizlikle alakası yoktu. Zira bölge insanı büyüğe saygı konusunda çok duyarlıydı, hatta bu durum davranışlarına açık ve abartılı biçimde yansıyordu ancak Türkçenin tersine dillerinde böyle bir özellik yoktu.
Kaşgarlı’nın fiil çekimine ilişkin uyası da toplumsal dilbilimi ve İncelik Kuramı ile yakında ilgilidir. Aşağıdaki maddede Kaşgarlı, Türklerin yaşça ya da makam bakımından kendinden büyük biri ile konuşurken fiil çekiminde II. tekil şahıs değil, II. çoğul şahıs eki kullandığını söyler. Bu nezaket kuralına göre büyük birine git değil gidiniz demek gerekmektedir:
Aytanan yaşça ve orunça sayılan adam olursa Türkler ona karşı cemi sözü kullanırlar; böyece ‘git’ denecek yerde ‘barıng’ derler ki kelimenin asıl manası ‘gidiniz’ demektir (II-45).
İçinde yaşadığı toplumu çok iyi tanıyan, iyi bir gözlemci ve dikkatli bir sözlükçü olan Kaşgarlı Mahmut’un taa bin önce kayda değer bulduğu ve altını çizdiği Türkçeye özgü bu özelliklerin bunca sene sonra, yeni yeni gelişmeye başlayan bir bilim dalına konu olması hem şaşırtıcı hem de sevindiricidir.
Umarım, anlamsız ve belki biraz da komik bulduğunuz başlıktaki soru, yazının sonunda daha anlamlı hale gelmiştir…
Mustafa SARI

Son Yorumlar