Kötü Duyguların Esiri Olmamak İçin…

İnsanın iç dünyasında en hızlı çoğalan duygulardan biri de kin ve öfkedir. Bunun neticesi, başkasına yapılan haksızlığın, insanın kendi vicdanında meşrulaşmasıdır.

“Sana zarar verene, sen de zarar ver” düşüncesi, ilk bakışta adalet gibi görünür; insan benliğinin acıyan yanını okşar, ancak gururu ve kibri ayağa kaldırır. Hâlbuki bu davranış, olgun bireylerin çoktan aşması gereken dar bir zihniyet ürünüdür. Sonu, kısır bir zarar döngüsüdür.

İntikam almak, çoğu zaman bir güç gösterisi sanılır. Gerçekte ise kişi, kendisini yaralayan davranışın etkisinden kurtulamadığını göstermiş olur. Bir kötülüğe öçle karşılık vererek, başka bir kötülük yapmak, acıyı azaltmaz; yalnızca kötülükleri yeniden üretmiş ve çoğaltmış oluruz. Bir başka deyişle intikamla, kinle ve nefretle başkasına kötü davranmak, insanın ruhundaki yaranın kabuğunu kaldırarak onu kanatması gibidir. Kısa bir rahatlama hissi sunarsa da ruh sağlığında iyileşmeyi geciktirir. Bu yüzden “zarar verene zarar ver” anlayışı, duygusal esenliğin değil, duygusal esaretin göstergesidir.

Toplumsal ölçekte bu dar düşünce, çok daha tehlikelidir: Bir kişinin diğerine misilleme yapması, bir grubun başka bir grupla öç duygusuyla çatışması, sonunda kimsenin tam olarak kazanmadığı savaşa ve yıkıma dönüşür.

Adalet düşüncesi ise kişisel ellerde bir intikam aracına dönüşmemesidir; çünkü adalet, ölçüyü, tarafsızlığı ve salim aklı gerektiren bir duygudur. İntikam hissi ise ölçüsüz, taraflı ve içgüdüsel tavırdır. Bireylerin öfke ile değil, hukuk ve güzel ahlâk ile hareket etmesi, hem kendi sınırlarını korur hem de toplumun barış içinde olmasını sağlar.

Fakat bu dar anlayışı aşmak, duyguları bastırmak değildir. Kırılmak, incinmek, haksızlığa uğradığını hissetmek ve bildirmek insani duygulardır; yok sayıldıklarında değil, olgun biçimde ifade edildiğinde olumlu yönde insanlarda değişime neden olur. Önemli olan zararın bedelini, kişisel cezalandırma ve öç yoluyla değil, değerli bir tutumla karşılamaktır: Sınır koymak, hakkı aramak, gerekirse uzaklaşmak bu noktada bir çözüm olabilir. Kısacası kişinin kendi iyiliğini korurken, başkasına bilinçli zarar vermekten kaçınması gerekir.

Asıl büyük güç ve değer, öç alabilme imkânı varken bağışlayıcı olmaktır. Bu, pasif bir kişilik değil; aksine kişinin kendi huzurunu, ilkelerini ve uzun vadeli düzenli bir sosyal hayatı savunmasıdır. Affetmek zorunlu değildir ama intikamdan vazgeçmek, kişinin kendine yaptığı en büyük iyiliktir. Çünkü öfke, eyleme döküldüğünde, özgürlük değil, ruha zehir dökülmüş olur; bu da gönlün zincire bağlılığını getirir.

“Sana zarar verene, sen de zarar ver” düşüncesini aşmak; insanın daha geniş bir bilince, daha derin bir olgunluğa, daha barışçıl bir benliğe doğru adım atmasıdır. Gerçek onarım, başkasına verilen hırçın cevaplarla değil; kişinin kendisiyle yaptığı içsel barışı kazanmasıyla başlar. 

Metin KAZAN

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir