Lisa’ya Mektup

Sevgili Lisa,

Bayramda gönderdiğin resimde seni Altay Dağları önünde görüyorum. Belukha’da yaşamaya karar vermendeki nedenlerden biri de biliyorum ki ikimizi de büyüleyen ayın altında sıralanan o dağlar. Altaylar cömert topraklardır; insanlar arasında davası sevgi olan bir topluluk yetiştirmiştir. Dört mevsim ayrım yapmadan kendisine sığınan canlıları besler; doğaya can verir. Ne kadar yüce olsalar da, dilinde kin, yüzünde kibirden eser yoktur. Gönlü boldur ayrıca.

“Ülkendeki kuşlardan ne haber vardır”, diye soruyorsun. Senin ülken benim de ülkem artık. Bugün Köln’e uzak olmayan bir köyü gezip geldim. Yazı karşıladım. Yollara dökülen insanları izledim. Kimi benim gibi ormanda yürüyordu, kimi tarlalar arasında koşuyordu, kimi de nehir boyunca bisiklet sürüyordu. Almanya’ya neredeyse yaz geldi; yakıcı bir sıcak, masmavi bir gökyüzü ve tertemiz bir hava. İnsanlar yarın ne olacağını düşünmüyorlar sanki. Haksız da olabilirim ama yeni hayatımızı öyle gördüm işte.

Sevgili Lisa,

Bakıyorum, dağcılığa merak sarmışsın bu kez. Ben hâlâ, düz ovada yolumu şaşırıyorum. Bu arada benim de henüz tanışmadığım – ve belki hiç tanımayacağım – dağcı dostlarım oldu. Onlara ortak kanaatlerini sormuş olsaydım, alacağım cevap büyük ihtimal şöyle olurdu: Dağlarda özgürlük var!

Dağlarda insan sınırsız gelişiyor gözüküyor, ruhen açık seçik bir şekilde özgürlük alanına giriyor. Peki neden böyle? Ve kendini “özgür” hissetme konusunda ısrarla arzulanan şey nedir?

Eğer kendinizi dağlarda özgür hissediyorsanız, aynı zamanda bağsız ve kaygısız hissediyor olmalısınız. Yanlış bir tepki değil bu, çünkü özgürlük, zorunluluk ve yükümlülük baskısı dışında oluşur ancak. Bu özellikle dağda fark edilir, çünkü zirveye doğru atılan her adım vadiden daha öteye uzanır ve giderek şehir hayatına özgü yükümlülüklerden uzaklaşmaya yol açar. Her tırmanış, günlük yaşamın olağan akışına olan mesafeyi artırır. Kelimenin tam anlamıyla,  hayatımızı yapılandıran tüm görev ve sorumluluklardan uzaklaşırsınız.

Özgürlük aynı zamanda çeşitli seçenekler arasında “özgürce” seçim yapma ve karar verme imkânı tanır. Bunun elbette dağlar ile de bir ilgisi var: Başka hiçbir yer, özgürlükten yararlanmak ve özgürlüğümüzü etkin biçimde kullanmak için bizi bu kadar zorlayamaz. Sonuçta, hangi seçeneklerin mevcut olduğunu bilmek ve alınan bir kararın sonuçlarının ne olabileceğini özenle denetlemek önemlidir. Ne seçtiğinizi ve niçin seçtiğinizi dikkatlice tartmanız gerekir: Hangi tırmanış rotası, hangi hava durumu, hangi geri dönüş süresi, hangi ekipman… Kitaplar ve öneriler, eğitimler ve tecrübeler belki ipucu verebilir ama kendi eyleminizi belirlemeden dağda hiçbir iş yürümez. Kendi kararlarınızı kendiniz vermeniz gerekir.

Sevgili Lisa,

Kendi kaderini tayin etme anı, özgürlüğün tanımlayıcı bir başka parçası. O süreç 1789 Fransız Devrimi’nin ardından kurulan ve büyük ölçüde medeniyetinizin temelini oluşturan Aydınlanma’nın başarılarına ve “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” vurgusuna dek iniyor. Bu arka plana rağmen, özgürlük çoğu zaman bir özerklik kurumu gibi algılandı. Bu yaklaşım bir dereceye kadar doğru; ancak kendi kaderini tayin eden kişi elbette kendi olmak ve kendini yok oluştan kurtarmak için geri çekilmek zorundadır. Ve yalnızca özgürlüğün gereğince kullanılması kendini gerçekleştirmenin önünü açar.

Tarih 9 Nisan 1870. Üç gün önce yargılanmadan tutuklanan Namık Kemal sürgüne gönderilmektedir. Babiali Yokuşu’ndan aşağı inerken tek başına “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” marşını söylemektedir. Gizlilik içinde gemiye bindirilir. Namık Kemal, güverteden son kez İstanbul’a bakar. Sanır ki, bu adaletsizliğin önüne geçmek için tüm şehir ayağa kalkmıştır. Oysa limanda kimseler yoktur! Ve gün gelecek, aynı limanda bir başka Kemal bağımsızlık ateşini yakacaktır…İyi ki o ateşi yaktı, iyi ki Sultan Vahdettin’i atlattı! Yoksa bugün halimiz Afganistan’dan beter olacaktı…

Ama önce bir adım geriye gidelim. İnsanın kendini idrak edebilmesi için önce ne istediğini bilmesi gerekir. Örneğin bir dağcı büyük olasılıkla dağlara tırmanır, çünkü istediği budur. Özgürlük ve irade ayrılmaz bir şekilde birbiriyle bağlantılıdır. Seçme hakkı en çok istediğimi seçmeme izin veriyor. Başka bir deyişle; bir eylem, arkasındaki iradeyi yansıtıyorsa özgür kabul edilir, yani özgürlük özgür kişinin arzuladığı şeye karşılık gelir.

Biliyorum, yine kafan karışacak. En azından zihnini yormak istemeyeceksin. Eğer özgürlük irademizin ifadesi ise, özgürlüğün ne olduğundan çok, var olup olamayacağı sorusu daha önemlidir. Çünkü ne isteyip istemediğinize gerçekten istediğiniz şekilde özgürce karar verebilir misiniz?

Dağcılar bu tür akıl oyunlarını umursamıyor olabilir. İster özgür iradesiyle, ister arzusuna uyarak dağa tırmanıyor olsun, bu, insanın orada kendini özgür hissedeceği gerçeğini değiştirmez.

Sevgili Lisa,

Evet, ben hâlâ Türküm ve Müslümanım. Ancak seninle görüşmeyeliden beri milliyetim ayaklar altına alındı, dinim yağmalandı ama yıkılmadım ayaktayım hâlâ. Bunu sana kanıtlamak için ilk fırsatta Hira Dağı’na çıkacağım ve orada çekildiğim resmi yılbaşı kutlama kartı olarak sana atacağım. Resulullah’ın huzurunda “İslamlık bitti ya Muhammed. Yüreğinde insanlıktan iz kalanların Peygamberi ol artık” diye yakaracağım. Kimbilir, belki böylelikte, onun sancağının gölgesi altında öteki dünyada buluşuruz.

Seni uzaktan kucaklıyorum.

Alaattin DİKER

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *