Maskemiz ve Biz : Dijital Dünyada Sahiciliğin Gücü | Dr. Hüseyin Avandağ

Düğün fotoğraflarımızın son hâlini gözden geçirirken, fotoğrafçı: “Yüzünün sağ tarafındaki şu beni silelim, alnındaki çiçek yarasını da belirsiz hâle getirelim.” demişti. Ben de yüzümdeki hatlara dokunmamasını ve onların olduğu gibi kalmalarını istemiştim. Zaten o fotoğraf karesi için gerekli hazırlığı yapmış ve kendime çekidüzen vermiştim. Ekran üzerinde yapacağı fazladan müdâhaleye ne gerek vardı? Fotoğrafçı yüzünde şaşkınlık ifadesiyle bana şöyle bir baktı. İçinden geçenleri okuyamamış olsam da akıl sağlığımla ilgili bâzı tahminlerde bulunabileceğini düşündüm. Çünkü çoğunluğa ait bir temâyülün zıddı gibi görünen bu talebim onun açısından çok da anlaşılabilir değildi sanki.

Güzel bir an, güzel fotoğraf kareleri ile kalıcı hâle getirilmeliydi ama ben de o anı yaşayan birisi olarak orada kalmalıydım. Yıllar sonra baktığımda geçmişteki simamı olduğu hâliyle görebilmeliydim.  Şimdi yakın çevremdeki bazı insanların düğün fotoğraflarına bakıyorum ve bu kareleri sahipleri ile eşleştirmekte zorlanıyorum. Mesela bir akrabamın düğün fotoğrafında, fotoğrafçı elinin ayarını iyice kaçırmış ve onu bebek yüzlü bir insana dönüştürmüştü. Aslında hiç de öyle olmadığını bildiğim kırk yıllık akrabamın o fotoğraftaki görüntüsünü her gördüğümde gülümserim ve fotoğrafı da bana yabancı biriymiş gibi gelir. Dedelerimizin ve ninelerimizin fotoğraflarıyla da öyle oynansaydı eğer, hâfızalarımıza kazıdığımız o yüz hatlarının gerçeğini hiçbir zaman öğrenemeyecektik belki de.

Yine özel günlerde ya da düğünlerde, bazı tanıdıklarıma bakıyor ve günlük hayattan bildiğim bu insanların burada tanınmaz hâle gelmiş olduklarını görüyorum. Aslında herkesin kendine özgü güzel bir çehresi ve tarzı varken, çok abartılı ve fazla gösterişli kıyafetleri içerisinde, onları sinema yıldızlarına dönüşmüş bir vaziyette buluyorum. Bu insanları biraz dikkatle incelediğim zaman, gördüğüm o abartılar ve fazlalıklar, üzerlerinde hep eğreti duruyor sanki.

Toplum önüne çıkarken elbette ki gündelik kıyafetlerden de çıkılmalıdır, insicamlı ve bakımlı bir tarz benimsenmelidir. Özel günler ve davetler için ayrıca hazırlık yapmak doğru olan bir davranıştır. Tozunu alıp cilasını atmak babından öz bakım gereklidir ve bu, evvela insanın kendisine olan saygısının göstergesidir. Günlük hayatında da bunu mâkul bir seviyede tutabilmelidir. Fakat başka bir kişiliğe bürünmek, kendi tarzı ve tabiatından çok uzaklara savrulmak, ekranlardan gördüklerine özenip onları taklide kalkışmak ve hâline göre hâllenmemek bana her zaman yapay gelmiştir.

Sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik durumunu bildiğim ve çocukluğundan bu yana tanıdığım bâzı gençlerin ve de kendi çocukluğumdan beri tanıdığım bazı insanların, bilindik dijital mecralardaki paylaşımlarıyla karşılaşıyorum bazen. Bunlardan herhangi birini gördüğümde evvela bu kişi o kişi mi diye emin olamıyorum. Oradaki kendini gösterdiği şekliyle, yetiştiği muhiti ve aile çevresini bağdaştırmaya çalışıyorum. Fakat “gösterdiği ben” ve “aslındaki ben” arasında öyle bir uçurum var ki bu iki ucu hiçbir bağ ile bir araya getiremiyorum.

Peki, neden kusursuz görünmeye çalışıyoruz ve niçin fiziksel veya dijital bir bariyerin arkasında durma ihtiyacı hissediyoruz? Kiralık yalılarda ve yatlarda çekilen dizilerdeki karakterleri ve giyilen kıyafetleri taklit etme derecesinde bizi kendimizden uzaklaştıran nedir? Bu soruları kendime soruyor ve bazı çıkış yolu sayılabilecek cevaplar bulmaya çalışıyorum.

Bizler sosyal varlıklarız. Toplum içerisinde birbirimizle sürekli iletişim ve etkileşim hâlindeyiz. Kendimizi iyi hissetmek için; güzel görünme, beğenilme ve onaylanmaya ihtiyaç duyarız. Bunlar son derece insanî beklentilerdir. Fakat bu beklentilerimizin karşılanması için evvela kendimizle barışık olmamız gerekir. Kendimizi olduğumuz gibi kabul etmeden başkalarından onay beklemek beyhûde bir arayış olacaktır. Kendimizle barışık değilsek, başkalarına uzatacak bir zeytin dalımız da olmaz. Aslında bu biraz da iç dünyamızda yaşadığımız ikilemin, kendimiz olamamışlığın dışa yansı(tıl)ması gibi düşünülebilir.“Ya olduğun gibi görün ya da göründüğün gibi.” ol demiş Mevlânâ. Eğer biz bunu yapmıyorsak o zaman bir maske kullanıyoruz demektir. İçi başka dışı başka olmak… Ve bu da en başta kendimizi sonra da çevremizdekileri kandırmak olur. Eğer bir maske kullanıyorsak bir süre sonra gerçek yüzümüzün hangisi olduğunu da karıştırabiliriz. Özümüze olan güven ve saygıdan uzak ikircikli bir ruh hâli yaşamaya başlayabiliriz.

Birkaç yıl önce şöyle bir dörtlük yazmıştım:

İnsan görülmek ister.

Ayrıca duyulursa çayı çift şekerli olur.

Hele bir de anlaşılırsa,

O çay tadından içilmez.

Görülmek, duyulmak ve anlaşılmak bize değerli olduğumuzu düşündürür. Birileri nezdinde değer taşıdığımızı bilmek de iyi hissetmemize neden olur.

Aslında bana göre düğümün çözüm yeri burada: Evvela, elimden gelen gayretle sağlayabildiğim iyi halimle, kendimi olduğum gibi kabulleneceğim ve sonra da bana iyi gelen insanlara döneceğim yüzümü. Bana iyi gelen birileri…

Hâlimden anlayan birisini bulmak için de yapmam gereken şey aynanın karşısına geçip yüzümdeki maskeyi yırtıp bir kenara atmak olacaktır. Ancak kendimiz olarak ve samimiyet elbisesi giyerek anlaşılabiliriz.

Bu konudaki arayış eylemi için çok uzaklara da gitmemize gerek yok. Genelde bu yanılgıya düşeriz çünkü. Mesela mutluluğu hep yarında arıyorsak, o bugünün avuçları arasından bize değmeden kaçar gider. Huzur için başka yerlere bakınırken, aslında onun sıcak yuvamızda olduğunu bilemeyiz ve onu da bacadan kaçırırız. Dışarlarda iyi insan ararken, yanı başımızdaki iyilerin gölgeleri sessizce uzaklaşır bizden. Tıpkı bunlarda olduğu gibi beğenilme ve değer verilme kavramlarını da başka muhitlerde ve birçok insan arasında arayabiliriz. Fakat nasıl ki ceketimizin astarına düşürdüğümüz bir yitiğimizi dışarılarda bulamayız, yine öyle de yakınımızda ve doğal çevremizde bir yerlerde olan ama eksikliğini yaşadığımız birtakım değerleri başka yerlerde boşuna aramış oluruz.

Sanal ortamlarda gösterilen sahte sevgilerin ve beğenilerin bizde hiçbir doyum sağlamayacağı aşikâr. Susayan birinin deniz suyuyla kanmaya çalışmasına benzer bu. Birçoğunun olduğundan farklı göründüğü, kendinden başka kimseyi pek de umursamayan insanlardan beğeni ve değer beklemek, boşuna arayıştır ancak. Muhatabından hediye olarak, sevgi dolu bir demet çiçek alan bir kimse, bunu bin kilometre ötedeki birisine göstermeye çalışıp da uzaklardan bir değer ve beğeni beklemez. Varsa şâyet; sevgi de oradadır, değer de… Orada olmayanı başka yerde bulamayacağımız gibi yanı başımızda olanı da ırak yerlerden getiremeyiz.

Herkes tarafından beğenilip değer verilme durumu da gerçekle örtüşen bir şey değildir zâten. Bize asıl değer veren insanları üç aşağı beş yukarı biliriz. Gerçek anlamda değer verdiğimiz ve yanında kendimizi iyi hissettiğimiz ailemiz ve dostlarımızla bağlarımızı güçlendirmemizdir esas olan. Küçük ama sıcak ve samimi atmosferler…

Günlük hayatımızda da doğal ve samimi insanlara daha çok sempati duyarız. Eskiler bunu “Nevi şahsına münhasır.” olarak ifade ederlerdi. Katıksız, karışıksız ve kendi gibi olan… O zaman kendimiz olalım ve hiçbir maskenin bir karakterin yüzünü örtemeyeceğini düşünelim.

Aynadaki yansımamda; yüz hatlarımı, ten rengimi, saçlarımı ve genel portremi inceleyip kendime gülümsemeli ve önce kendimi değerli hissetmeliyim. Bu değerle birlikte kendime duyduğum saygıyı içselleştirip, samimiyet yoluyla dışa vurmalıyım. Samimiyet; bize doğuştan giydirilen yüz ile insanlara görünebilmektir. Ben her kim isem, senin gördüğün de odur diyebilmektir. Gerçek anlamda insanı görünür kılan da budur zaten.

Ekranlarda izlediğimiz tozpembe hayatların albenili tarzlarına kapılmamak önemli. Gerçek hayat oradakinden çok farklı. Bir vitrinde duran, aydınlatılmış ve parlatılmış oyuncak bebekler gibi düşünün onları. Ayakları yere basan asıl hayat, camın bu tarafında, gerçek tozu ve dumanıyla akıp gidiyor. Zâten zor olan hayatımızı daha da zorlaştırmaya gerek yok. Kendimiz olmanın rahatlığı varken başkalarına hoş görünmek için farklı yüzler takınmak bize bir fayda sağlamaz. Sanatçının da dediği gibi; “Beni böyle sev seveceksen.” diyebileceğimiz ve böyle de kabul görebileceğimiz gönüller bulmak bizi değerli hissettirecektir.

Hep bir özenti hâliyle yaşamak ve sürekli beğenilme çabası içinde olmaktansa sıyrılıp maskelerimizden, olduğumuz hâlimizle ve taşıdığımız samimiyetimizle yaşasak, olmaz mı?

Dr. Hüseyin AVANDAĞ

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *