“Düşünme hakkını koru. Yanılarak düşünmek hiç düşünmemekten iyidir.”
Hypatia
Film Hypatia ve onun dönemine ışık tutmaktadır. Filme adını veren Agora ise Yunan ve Roma döneminde siyasi, dini ve ticari tüm işleyişin geçtiği mekânın adıdır. Tüm şehir onun çevresine kurulur ve yönetim de burada şekillenir. Buradan yola çıkarak filmde gerçekleşecek olan iktidar ve güç mücadelesini tahmin etmek hiç de zor olmasa gerek.
İskenderiyeli kadın filozof, matematikçi ve astronom Hypatia’nın (M.S. 370-415) yaşamının son dönemini konu alan film olan Agora, 2009 yılında vizyona girmiştir. Hypatia, İskenderiye Kütüphanesi’nde Museion okulunda, felsefe, matematik ve astronomi üzerine dersler vermiş ve sahip olduğu beceriler nedeniyle İskenderiye’de kısa sürede tanınır hale gelmiştir. Lakin sahip olduğu şöhret bir yandan da kendi sonunu hazırlamış ve M.S. 415 yılında Hristiyanlardan oluşan bir çete tarafından sokakta linç edilerek öldürülmüştür.
Filmin yönetmeni Şilili Alejandro Amenábar’dır. Hypatia rolüyle Rachel Weisz, Davus rolünde Max Minghella, Orestes rolünde Oscar Isaac, Synesius rolünde Rupert Evans, Theon rolünde Michael Londsdale, Ammonius rolünde Ashraf Barhom ve Cyril rolünde Sami Samir’i izlemekteyiz. Rachel Weisz başta olmak üzere kariyerlerinin belki de en başarılı performanslarını çıkardıklarını belirtmem gerekiyor.
Film, Hypatia’nın İskenderiye Kütüphanesi’nde erkeklerden oluşan bir öğrenci grubuna verdiği astronomi dersini konu alan sahneyle başlamaktadır. Bu sahnede Hypatia’nın erkek kölesi Davus da ona yardım ederken görülmektedir. Daha ilk sahneden dönemin patriyarkal yapısı göze çarpmaktadır. Bu yapının içerisinde Hypatia’nın toplumsal cinsiyet rollerine aykırı biçimde bir kadın olarak erkekleri eğitmesi dikkat çekmektedir.
Bahsi geçen zamanda, toplum yaşamında kadınların çok daha az görülür biçimde olduğu göz önüne alındığında Hypatia’nın içinde bulunduğu toplumdaki konumu daha da ilgi çekici bir hal almaktadır. Hypatia’nın banyo yaptıktan sonra kölesi Davus tarafından kurulandığı sahnede yönetmen ikisinin yüzünü yakın çekimde bizlere gösterir. Bu sahnede Hypatia’nın erkek kölesi Davus karşısında kadın efendi olarak yer almasının toplumsal cinsiyet rollerine aykırılığı adeta yüzlerinden okunur.
Filmin ilerleyen aşamasında şehir meydanında Paganlar ve Hristiyanlar arasında hararetli bir tartışmaya şahit oluruz. Bu tartışmada ve filmin devamında süregelen inanç çatışmalarında sıklıkla biz ve öteki çatışmasına dikkat çekilir. “Biz” ait olduğumuz, kendimizi güvende, huzurlu hissettiğimiz ve doğal ortamımız olan grubu temsil ederken; “öteki” ait olmayı istemeyeceğimiz, yaptıkları yahut yapacakları şeylerden endişe edip korktuğumuz, içerisinde ne olup bittiği ile ilgili belli belirsiz ve kopuk bilgilerimizin olduğu grubu temsil etmektedir. Filmde bu kalıba uygun olarak inanç gruplarının kendi içerisinde ortak gaye ve hislerle, huzurlu bir ortam yaratarak hareket ettiklerini ve diğer inanç gruplarının işleyişlerini yüzeysel olarak ele alarak onlara kuşkulu, endişeli ve saldırgan bir tavırla yaklaştığını gözlemlemekteyiz. Öyle ki zamanının en ünlü matematikçisi ve filozofu olan yönetici Theon (Hypatia’nın babası) bile kendi gelenekleri ve tanrılarına yönelik hakaretlerden sonra kendisini içinde hissettiği iç grubun beklentilerine uygun olarak sokak ortasında toplanan Hristiyan kalabalığı katletme emri verir. Theon’un vermiş olduğu bu kararından pişman olduğu hem katliamın gerçekleştiği meydandaki halinden hem de sonrasında kızı Hypatia ile konuşmasından anlaşılmaktadır. Theon’un bu denli mantık dışı bir karar verebilmesi biz ve öteki çerçevesinden bakılarak değerlendirilmeye muhtaçtır.
Kölelik sorununa da dikkat çeken yönetmen ayrıca, Paganlar ve Hristiyanlar arasındaki gerilimin artması üzerine Hristiyan kölelerin kırbaçla cezalandırıldığını ancak bunun yanında Hypatia’nın sınıfında eğitim gören özgür kişilere herhangi bir yaptırımda bulunulmadığını göstererek iki tarafın değerlerinin farklılığına da dikkat çekmektedir. Köle statüsündeki Davus’un astronomiye olan ilgisi ve yeteneğine rağmen köleliğin ona yüklediği önyargıların Hypatia gibi bir bilim insanının gözünde dahi farklılık arz etmediğine dikkat çekilir. Davus’un astronomiye olan ilgi ve yeteneğine rağmen ait olduğu sosyal sınıfa toplumda biçilen değer, önyargılar ve ayrımcılık onu bilimle uğraşan birisi olmak yerine bir Hristiyan askeri olmaya itmiştir. Davus uğradığı ayrımcılıktan kaçmak için Hristiyanlığa sığınmıştır.
Hypatia dışında hiçbir kadın figürün filmde etkin rol oynamaması kamusal ve özel alandaki erkek egemen yapıyı çok açık biçimde önümüze sermektedir. Bu dönemin kadınları erkeklerin kamusal alandaki eylemlerini uzaktan seyreden gölge figürlerden ibarettir. İçinde bulunduğu toplumsal koşullarda Hypatia’nın eğitmen olarak bilim uğraşına devam edebilmesinin yegâne imkânı toplumda bir kadın olarak değil “toplumsal erkek” olarak var olmasına bağlı olmuştur. Bu zorunluluk döneminin cinsiyetçi yaklaşımının trajik bir görünümüdür. Biz ve Öteki’nin mücadelesi sonucunda Hristiyanlığın baskın gelmesiyle Hypatia’nın toplum yaşamında bir toplumsal erkek olarak dahi yer almasına izin verilmeyecektir. Filmde piskopos Cyril’in İncil’den okuduğu pasajlar kadının toplumdaki alta sıralanmışlığını deklare etmektedir. İncil’deki bu yaklaşım gerçeklikten kopuk biçimde toplumsal cinsiyet rollerinin sosyal inşasına yöneliktir.
En sonunda Hypatia Ortaçağ’da da sıklıkla karşılaşılan şekilde bir erkeğe bağlı olmadan kamusal alanda var olmaya çalışan çoğu kadına yapıldığı gibi cadılıkla itham edilmiştir. Cadı ithamı erkek egemen mantığın diretmelerini kabul etmeyen kadınların yok edilmesini meşrulaştırmak için kullanılan bir silahtır. Nitekim tek başına toplumda var olan ve erkeklerle eşit hak talebi olan kadın, erkeklerin iktidarına bir tehdit niteliğinde algılanmaktadır. Filmde de Hristiyan öğretisinin toplumda baskın hale gelmesi sonucunda Hypatia’nın toplumsal konumu sorgulanmaya başlamış ve Hristiyanların iç grubunun bir düşman ögesi olarak konumlanan Hypatia linç edilerek öldürülmüştür.
Filmde erkekliklerin kadınlıkların üzerinde egemenlik kurmaya çalışmasının yanı sıra erkekliklerin başka erkeklikler üzerinde egemenlik kurması da detaylı biçimde işlenmiştir. Bu noktada hegemonik erkeklik kavramı ile karşılaşmaktayız. Hegemonik erkeklik, erkekler ve erkeklikler arasındaki eşitsiz iktidar/güç ilişkileri, eril iktidardan alınan paylar ve imtiyazlar çerçevesinde erkekliklerin diğer erkeklikler üzerinde egemenlik kurması anlamında kullanılan bir terimdir. Bir iktidar pratiği olarak erkeklik kalıpları kültüre, topluma, zamana göre oldukça farklılık arz edebilmektedir. Filmde Hristiyanlığın toplumsal yaşama egemen olması ile egemen erkek kalıbı da değişkenlik arz etmektedir. Hristiyanlık öğretisinin erkek egemen söylemlerini benimsemek, kadına değer vermemek, saldırgan bir yapıda hareket etmek yeni hegemonik erkekliğin muhtevasını oluşturmaktadır.
Döneminin tek kadın bilimcisi olan ve Kepler’den yüzyıllar önce Dünya yörüngesinin elips olduğunu düşünmüş bir kadın, üstelik de afişte güzelliği ile sergilenirken (zamanında da güzelliği çok konuşulurmuş), filmde sadece bir zıtlık vurgusuna indirgenmiştir. Hypatia kelimenin tam anlamıyla bir bilim kurbanıdır. İskenderiye için çok ama çok önemli bir karakterdir. Sözünü sakınmayan, temelsiz konuşmayan bir kadındır.
Filmin asıl derdi İskenderiye Kütüphanesi döneminde dini küstahlığın -hem paganlık hem Hıristiyanlık hem de Yahudilik adına-, radikalizmin “medeniyet” dediğimiz şeyi nasıl yerle yeksan ettiğini anlatmaktır. Amenabar filmde, çatışan her üç dine de uzaktan bakmayı tercih etmiş; yönetmen, Hristiyanlığı merkezine alsa da hiçbirine özel bir önem atfetmediği gibi “körlüğün” her an her yerde, herhangi bir dinde ya da inanışta iktidar hırsı ile nasıl kaynaştığını ve kendini nasıl meşrulaştırdığını başarılı bir biçimde anlatmıştır. Filmde açıkça yer bulmasa da dinsel şiddet ve galeyan Hypatia’ ya derisini yüzdürmeyi, vücudunu parçalara ayırarak sokaklarda süründürmeyi layık gördüğünü kendisinin hayatından öğrenebiliriz.
Amenabar, dinsel küstahlığın iktidar hırsı ile nasıl kardeşmişçesine kaynaştığını ve önüne çıkan her şeyi nasıl da körlemesine yok ettiğine dikkat çekmiş ve özellikle Hypatia’nın ağzından dökülen “Pazarlık ve inançtan söz ediyorsun” sözü ile düşüncesini Hypatia’nın ağzından aktarmıştır. Yok edilmesi istenen şeyi ötekileştirmenin cahil kalabalığa nasıl kolaylıkla aşılandığı da filmin göstermeye çalıştığı bir başka nokta olmuştur.
Emel AKBAŞ
Filmden esinlenerek mükemmel bir sosyolojik analiz olmuş, tebrikler.