Ashes in the Snow (Kardaki Küller) Ruta Sepetys‘in The New York Times‘ın en çok satan listesinde yer alan romanı Between Shades of Grey‘den uyarlanan ve 2. Dünya Savaşı’nı anlatan bir drama filmidir. Yönetmenliğini Marius A. Markevicius, senaristliğini Ben York Jones, görüntü yönetmenliğini ise Ramunas Greicius’un üstlendiği filmin müzikleri de Volker Bertelmann’a emanet edilmiştir. Film 2018 yılında vizyona girdi. Litvanya yapımı filmin başrollerinde Bel Powley, Martin Wallström ve Sophie Cookson yer almaktadır. II. Dünya Savaşı yılları Nazi Almanya’sı ile henüz ittifak halinde olan Stalin liderliğindeki SSCB, hâkimiyet alanı olarak gördüğü Baltık bölgesini işgali sırasında Litvanya’da yaşanan dramı bir aile üzerinden anlatmaktadır.
Savaş tüm şiddetiyle sürmektedir. 1941 yılında henüz on altı yaşında olan Lina Vilkas, Kaunas’ta, resim eğitimi alabilmek için babası Profesör Kostas Vilkas’ın desteğiyle Sanat Okulu’na başvurmuştur. Annesinin tüm tereddütlerine rağmen babası kızına inanmakta ve onu yüreklendirmektedir. Bununla birlikte, Kostas Vilkas, SSCB işgaline karşı harekete geçen direniş örgütleriyle birlikte hareket etmekte ve Litvanya’dan kaçacak kişiler için sahte belgeler düzenlemektedir. Babalarının illegal faaliyetlerinden haberdar olmayan Lina ve Jonas gelecek planları yapmaktadır. Savaşın ve işgalin ülkedeki hayatı zora düşürdüğüne dair ilk hadise okula gitmek için yolda olan Lina’nın gözleri önünde yaşanır. Askerlerin faaliyetleri nedeniyle rahatsızlık duydukları kişiyi yaka paça tutuklayıp arabaya bindirdiklerini gördüğünde Lina, heyecandan kımıldayamaz ancak donuk bakışlarından rahatsızlık duyan Sovyet askeri onu sert biçimde uyarır. Bu sahne ülkedeki vatandaşların özgürlüklerinin ellerinden gittiğini gösteren ilk sahnedir, ülke işgal altındadır.
Bir gece anne Elena, duyduğu sesler üzerine pencereyi açıp sokağa baktığında Sovyet askerlerinin evlerine girmek üzere olduğunu görür ve çaresizce kızına bir çanta hazırlamasını söyler. Apar topar evlerinden götürülen Elena, Lina ve Jonas endişeli gözlerle Kostas’ı aramakta ve kendilerine ne söyleniyorsa yerine getirmektedir. Bindirildikleri trende yaşananlar adeta bir dram seline benzemektedir. Bir anne kollarında henüz yeni doğmuş bebeğini kaybeder ve bebeğinin kollarında yitip gitmesiyle birlikte kendisi de aklını kaçırır. Yaşlılar aç ve susuz perişan haldedir. Bir eşya gibi üst üste bindirilmişlerdir adeta. Trende genç Andrius ile tanışırlar ve Andrius hem Lina’ya hem de Jonas’a bu korkunç yolculukta bir umut olur. Andirus’un elinde olan taşın hikayesini anlatmasıyla Lina’da geçmişteki güzel günlerini hatırlar ve Palanga sahilindeki mutlu anıları ekrana getirilir.
Lina’nın gördüklerini çizebilme gibi bir yeteneği vardır ve vagonda bu durumu fark eden bir Müzik Profesörü kendisini tanıttıktan sonra Lina’ya bir kalem hediye ederek bu yaşadıklarının unutulmamasını, bu korkunç olaylardan bir gün herkesin haberdar olmasının gerektiğini söyler ve her ne görüyorsa bunu çizmesini ister. Lina, bir ressam hassasiyetiyle hem geçmişte geçirdiği güzel günleri hem de içinde bulunduğu kötü koşulları hatırlar ve bunları kağıda aktarmaya başlar. Sibirya’nın Altaysky bölgesinde Gulag’a sürülen aile artık hayata tutunma çabasındadır. Buradaki esaret hayatı zorlu geçmektedir. Gulag’da Komutan Komarov, tüm mahkumlara itiraf belgesi imzalatmak ister ve bu belgeyi imzaladıkları takdirde cezalarından 25 yıl indirim yapılacağını söyler lakin Elena, sözü alır ve bunun bir tuzak olduğunu ve kimsenin bu kağıdı imzalamamasını ister. Bunun üzerine Elena ve ailesi daha sert muameleye maruz kalır. Buradaki esaret hayatı tarladan patates toplamakla geçmektedir. Lina tutuklandıkları gün sanat okulundan gelen cevap mektubunu açmak için umutla babasını bulmaya çalışmakta ve bunun için her yolu denemektedir. Bu kasvetli havada Andrius ile arkadaşlıklarını ilerleten Lina, Andrius’un gizlice getirdiği malzemelerle kampta yaşananları ve hissettiklerini kağıda aktarmaktadır. Bir taraftan Andrius’a olan aşkını, gördüğü güzel günleri hatırlar ve resmeder diğer taraftan da bir “canavar/şeytan” gibi gördüğü komutan Komarov’u. Ben sadece gördüklerimi çizebilirim diyen Lina’nın çizdiği resmi gören Komarov neye uğradığını şaşırır, resmin üzerini kapatır ve hiçbir şey söylemeden Lina’yı odasından çıkartır. Ardından intikam almak için Lina’nın odasında sakladığı çizimleri ve mesajları yaktırır.
Elena’nın Rusça bildiğini öğrenen Komutan Komarov, kendisine tercüman olma teklifinde bulunur ancak düşmanla işbirliğini reddeden Elena teklifi reddeder. Gulag’da Ukrayna asıllı Nikolai Kretzsky, hem aidiyet sorunları yaşamakta ve kendini sürekli SSCB’ye olan bağlılığını ispat etmek zorunda hissetmektedir hem de Elena’ya karşı tutkusunu gizlemeye çalışmaktadır. Lakin Komutan Komarav durumu fark eder ve onu harekete geçek konusunda teşvik eder. Bir gün Kretzsky, elinde bir dosya ile Elena’nın yanına gelir ve kocasının öldüğünü söyler ardından kendisine tecavüze yeltenir lakin Elena’nın sözleri ağrına gider ve odayı terk eder. Komutan Komarov, Kretzsky’nin emrindeki varlığından rahatsız olmaktadır ve terfii adı altında kendisini Laptev Denizi’ndeki Trofimovsk Adası’ndaki yeni bir Gulag’a bir grup esirle birlikte gönderir. Bu esirler arasında Elena ve çocukları da vardır. Bu hareket aslında bir ölüm yolculuğudur. Kutup bölgesinde bulunan Trofimovsk’ta hayatta kalamayacaklarını bilmektedirler. Zorlu koşullara daha fazla dayanamayan Elena hayatını kaybeder ve Elena’nın ölmeden önce çocuklarına sahip çıkmasını istediği Kretzsky, intihar etmeden önce Lina ve Jonas’a af çıkarır. Film iki kardeşin bir bahar gününde sahilde kendilerini bekleyen gemiye doğru yürüdüklerini gösterir akabindeki sahnede ise Lina üzerindeki temiz beyaz elbise ve ayaklarında geçmekte olan morluklarla o hayalini kurdukları “cennet” olarak tasvir ettikleri Palanga’da denizin içindedir, kardeşi Jonas kendisine seslenince yanına doğru ilerler ve film bu adımlarla son bulur.
Film, II. Dünya Savaşı’nda yaşanılan korkunç görüntülere, anlara yer vermez, ancak minimalist bir anlatı ile bir ailenin acıları üzerinden savaşın korkunçluğunun tasvirini yapar. Aile önce güneşli güzel günlerini kaybeder, gün her gün gri ve kasvetlidir… Güzel günlerin ardından sevdiklerini kaybederler. Buna rağmen umutlarına tutunmuşlardır, Lina, umudun simgesi haline gelir ve biz filmin sonunda umudun hayatta tuttuğu iki kişinin güneşe doğru yürüdüğünü görürüz.
Emel AKBAŞ
Son Yorumlar