“İnsan öldü, yaşasın nesne!”
Eric Fromm
Özellikle dönem filmlerini anlayıp, okuyabilmek için dönemin sosyo-kültürel ve siyasi yapısına dair bilgi sahibi olmamız gerektiğini düşünüyorum. Bu düşüncemi destekleyen bir film olan Misbehaviour, Londra’da düzenlenecek olan Miss World, dünya güzellik yarışması esnasında bir grup aktivist kadının eylemini ve bu sürece uzanan olayları konu almaktadır. Yönetmen alt metin olarak seyircinin dikkatini Apartheid ideolosijine çevirmiştir. İlk bakışta bir grup kadının, kadınları aşağılayan, meta olarak gösteren güzellik yarışmasını ve bunun da ötesinde toplumsal hayatta hiçleştirilmesini protesto ettiğini söyleyebilirsiniz. Üstelik bunu İngiltere özelinde işlediğinden bahsedebilir münferit bir olay olarak değerlendirebilirsiniz. Ancak filmin yan hikayelerine dikkat edildiğinde bu bir grup aktivistin başkaldırısından öte geniş çaplı bir olaydır.
Gerçek olaylardan yola çıkılarak çekilen filmin hikâyesi dünya üzerinde en çok izlenen program olan 1970 Miss World’te Kadın Özgürlüğü Hareketi’nin düzenlediği eyleme dayanmaktadır. Bu eylem, kadınların “Güzel değiliz, çirkin değiliz, kızgınız.” sloganıyla gerçekleşmiş, canlı yayınlanan yarışmanın gösterimine kısa süre de olsa ara verilmesine ve izleyicilerinin dikkatini bu yöne çekmesine neden olmuştur. Londra’da Efsanevi komedyen Bob Hope’un sunuculuğunu yaptığı yarışmada yaşanan olaylar yarışmanın tarihine de damgasını vurmuştur. Aktivist kadınların amacı, güzellik yarışmalarının kadınları aşağıladığını hatırlatmaktır. Geceye damgasını vuran başka bir olay da tarihte ilk kez siyahi bir kadının Miss World olarak seçilmesidir.
Güzellik yarışmalarıyla kadınların sokulmak istendiği kalıplara, yarışmaların sembolize ettiği erkek egemenliğine, güzelliğin ticarileştirilmesine, ırkçılık ve kadına yönelik baskılara karşı yapılan eylem çok kısa sürmüştür. Ancak etkisi geniş çaplı olmuştur.
Londra’daki Kadın Özgürlüğü Hareketi grubunun dağıttığı broşürde güzellik yarışmasını düzenleyen Mecca LTD. “kadın bedenlerini satan süper pezevenk” olarak tanımlanmıştır. Bir başka broşürde ise “çorap satan bacaklar, bel satan korseler, deodorant satan vücutlar değiliz! bu utanç verici sığır pazarını yasakla!” yazmaktadır.
Kısa süreliğine de olsa televizyonda 30 milyon kişinin gözleri önünde güzellik yarışmasının durduğu eylem sonrası Londra’da kadınların hareketine katılım artmıştır. Dört kişinin gözaltına alındığı eylemle ilgili haberlerde eylemcilerin kızıl tugaylar örgütüyle ilişkisi olduğu da yazılmıştır. Ancak bu iddialar ispat edilemediğinden hafif cezalara çarptırılan bu kadınlar kısa süre sonra özgürlüklerine kavuşmuştur.
Filmin dikkat çektiği bir konu da ırksal ayrımdır. Bu ayrıma özellikle Güney Afrika’da var olan Apartheid ideolojik anlayış üzerinden değinilmiştir. Bu ideolojiye göre Avrupa kökenli olan beyazların diğer ırklardan üstündürler. Apartheid Afrika‘nın güneyinde bulunan Güney Afrika Cumhuriyeti ile bu devlete bağlı Güneybatı Afrika‘da (Namibya) 1948 – 1994 yılları arasında resmî devlet politikası olarak iktidarda bulunan Ulusal Parti hükûmeti tarafından uygulanan ve bu doğrultuda yasalar çıkartarak ırksal ayrımcılığı savunan sistemdir. Apartheid kelimesi Afrikaanca “ayrılık” anlamına gelmektedir. Bu süreç Avrupa kökenli beyazlar tarafından, baasskap adı da verilen ve beyaz ırkın diğer ırklardan üstün olduğunu savunan bir ideoloji ile yürütülmüştür.
Uzun yıllar boyunca beyaz ırkın yönetiminde olan Güney Afrika’da Siyahilere ve diğer beyaz olmayan etnik gruplara karşı uygulanan ayrımcılık, 1948 yılı genel seçimlerinden sonra resmileşerek sürdü. 1958 yılından itibaren yasalarla da desteklenen Apartheid sistemi, insanların kökenlerine göre sınıflandırılmaları sonucu, beyaz azınlık dışında kalanların vatandaşlık hizmetlerinden daha az yararlanmaları, devletin sağladığı sağlık ve eğitim hizmetleri gibi sosyal hizmetlerden daha az yararlanmaları gibi ırkçı uygulamalara zemin olmuştur.
Güney Afrika’da Apartheid sistemine karşı Anti-Apartheid Hareketi oluşturulmuş, ülkenin ilk siyahi devlet başkanı olarak bu makama gelen Nelson Mandela iktidarıyla ırkçı-ayrımcı uygulamalar durdurulunca Apartheid yönetiminin ortadan kalkmasıyla bu hareket de son bulmuştur.
Bu bilgi ile filme tekrar döndüğümüzde İngiltere var olan ırkçılık karşıtlarının bugüne kadar hiçbir güzellik yarışmasına Afrika kıtasından siyahi bir güzeli seçilmemesini eleştirilerini basın yoluyla duyurması üzerine yarışmaya siyahi iki güzelin de dahil edildiğini görürüz. Mecca şirketi böylelikle tepkileri azaltır ama olayın didiklenmemesi için adına “Afrika’nın Güneyi Güzeli” dedikleri Güney Afrika güzeline bazı konuşma yasakları getirir. Filmde bir diğer siyahi güzel olarak karşımıza Grenada’dan katılan Jeniffer Hosten çıkmaktadır. Güzellerin kendi aralarında gerçekleştirdiği konuşmalar, ülkeler arasındaki yaşam koşullarının, kültürlerinin farklılığını ortaya koyarken izleyicinin dikkatini de koşulların ve sunulan fırsatların adaletsizliğine çeker. Yarışma birçoğunu aksine siyahi güzeller için politik ve sosyal bir amaç taşımaktadır. Hem kendi hayatları hem de tüm siyahi kadınların hayatları için bir hayal kurmaktadırlar.
Yarışmanın favorisi olan İsveç güzeli dördüncü olurken kraliçe seçilen Grenada güzeli Jeniffer Hosten’ı eleştirenler yarışmaya hile karıştığını düşünmektedir. Eleştiriler uzun süre devam etmiş bir siyahinin nasıl olur da güzellik tacını taşıdığı konusu gündemden düşmemiştir.
Filmin ana karakterlerinden biri olan Sally Alexander, bir kızı olan dul bir kadındır. Londra Üniversitesi’nde tarih eğitimi almaktadır. Ancak üniversite içinde yaşadığı cinsiyet eşitsizliği onu Kadın Özgürlüğü Hareketi içine sürüklemiştir. Bu hareketin temsilcisi olarak katıldığı BBC programında “Canlıların boyunun ve kilosunun ölçülüp tartıldığı bir başka yer hayvan pazarıdır. Kadınları nesneleştiremezsiniz. (Erkek sunucu ve konuğu işaret ederek) Sizin dış görünüşünüz bulunduğunuz konum için önemli değil peki bizim için neden önemli olsun” diyerek hem güzellik yarışmasına hem de cinsiyet ayrımına yönelik eleştirisini dile getirme fırsatı yakalamıştır. Ancak bu programı üniversitedeki hocası da izlemiştir ve tez konusu olarak seçtiği kadın işçilere yönelik konuyu eleştirerek “Tek başına bir azınlığı çalışamazsın. Bu kısır kalır. Başka azınlıkları da tezine dahil edersen olur” demiştir. Bu sözler Sally’i kızdırsa da hocasına karşı sessiz kalmıştır. Bir kadın olarak bursluluk programını kazandığında böyle bir şeyle karşılaşacağını düşünmediğinden yaşadığı hayal kırıklığı tarifsizdir.
1970’lerin Londra’sını o dünyanın insanın zihniyetini ve kadınların toplumsal hayatta erkeklerle eşit haklara sahip olabilmek için verdiği mücadeleye tanık olacağınız filmi izlemenizi önererek yazıyı sonlandırıyorum.
Emel AKBAŞ
Son Yorumlar