The Platform

İlk defa bir film karşısında bu kadar heyecanlandım ve müthiş beyin fırtınaları yaşadım diyebilirim. İsterdim ki her bir sahnenin bana çağrıştırdıklarını en ince detayına kadar yazayım. Fakat biliyorum uzun yazılara tahammülünüz yok (maalesef). Bu yüzden mümkün olduğunca kestirmeden giderek bir kaç şey söylemeyi istiyorum. Yazacaklarımı okuduktan sonra filme bakmanızı şiddetle tavsiye ederim. Umarım mesaj amacına  ulaşır…

The Platform  2019 yılı yapımı İspanyol filmi. “Delik( el Hoyo)” adı verilen distopik bir hapishaneye anlaşmalı giren Goreng adındaki bir adamı merkezine alıyor. Platform, dikey biçimde inşa edilen, her katında iki kişinin yer aldığı ve ortasında kare şeklinde boşluğun olduğu bir hapishanede yemek servisi için kullanılıyor. Bu platform, yönetici sistem tarafından en üst katta en lüks ve envai çeşit yemeklerle donatılıp yola çıkıyor, her katta iki dakikalık sürede kalarak yenmesine izin veriliyor. Bu sofra aşağı katlara indikçe mahkumlar (aslında burdaki insanlar birer suç karşılığı veya zorla içeri girmiyor, gönüllüler geliyor.) tarafından talan ediliyor, en üsttekiler tıka basa doyarken, platform azalarak ve iğrenç bir halde aşağı katlara indikçe insanlar aç kalmaya başlıyor. Aç kalanlar, hunharca oda arkadaşlarını öldürüp yiyorlar. Burda vurgulanmak istenenler;

– İnsanlar aç gözlülükleri, hırsları ve bencillikleri yüzünden kendileri çukura düşer. Yani “insan, insanın cehennemidir!”

-Sistem bölüşmeye dair eğitimci bir deney fırsatı sunuyor fakat insanlar koordineli bir birliktelik içerisinde “iyileştirici” bir çaba sarfetmiyor.  Kötülük ve vahşilik insanın kendi doğasında var olan bir olgu. Sistem suçlu değil bir nevi!!! ( “kötülük” sorunsalını açıklayabilmek adına felsefî okumalar yapmak mümkün bu filmde.)

Filmin kahramanı Goreng, aklı başında bir adam olarak hapishaneye giriyor. En başlarda sistemi garipseyip, dirense de zamanla bu duruma alışıyor (ne demişti Dosto hatırlayalım; aşağılık insan, nasıl da alışıveriyor her şeye!) ve işin daha da fenası diğerlerine benzemeye başlıyor. “Hayatta kalmak için öldürmen gerek”  düsturu çarpıcı bir şekilde işlenmiş. Goreng, kendisini bağlayıp her gün etinden bir parça kopararak karnını doyurmak isteyen oda arkadaşı yaşlı Trimapasi‘yi öldürüp, cesedinden yiyor! Hapishaneye girmeden önce sistem herkesin yanına sadece dilediği bir nesneyi almasına izin verir. Filmin baş aktörü yanına Don Kişot kitabını alıyor. Bu kitap, filmdeki en güçlü meteforlardan birisi olarak epey dikkat çekici. Bildiğiniz gibi Don Kişot, sevdiği kadına zaferlerini sunmak için hayali yel değirmenleriyle savaşa tutuşur. Gerçekleşemeyecek hayallerin peşinden cesurca koşan ama her defasında yenilen bir serüvenci(!) Goreng değiştirmeye gücü yetemeceği bir savaşa girişiyor. (filmin verdiği bir diğer sinyal; sistemi değiştirmeye muktedir değilsiniz!) Eğer  insanlar aç gözlülük yapmadan yemeklerini eşitçe diğer insanlarla paylaşırsa en alt tabakadakilerin ölmeyeceği ve böylece sistemi yıkmanın mümkün olduğunu düşünerekten yanına bir zenciyi (Sanço Pançosunu) alıp, platformun üstüne çıkarak en dipteki  insana ulaşmayı hedefliyor. Vermek isteği hiç el değmemiş “kremalı pudding”. Mesajın bu olduğuna inanıyor. En alt kata geldiklerinde onları büyük bir süpriz bekliyor; küçük bir kız çocuğu! Hapishanede çocuğunu arayan bir kadın var ama  bulamıyor. Goreng’in 6. kattayken yanında olan sistemin yöneticilerinden bir kadın diyor ki;

– O kadın yanında çocukla gelmedi, yalan söylüyor. Sisteme asla 16 yaşından küçük çocukları almıyoruz.

Filmin sonunda mesajın küçük kız çocuğu olduğu söylenip, platforma bindirilerek yukarılara gönderiliyor.

Filmdeki anahtar  metafor olarak kullanılan bu kız çocuğuyla anlatılmak istenen ne peki? Ben şu şekilde yorumluyorum;

Birbirimizi yemeden, hırsa ve açgözlülüğe  kapılmadan dünyadaki kaynakları, yiyecekleri adil ve eşit bir şekilde paylaşırsak hayatta kalabiliriz ama bu bizi asla özgürlüğe ulaştırmaz, hspishanenin içinde yaşamaya mahkûm oluruz. Asıl çözüm; sistemin kendisini yeterince tanıyıp, saklanan gerçeği deşifre etmek ve bu mesajı tüm insanlığın gözlerinin önüne sermek.  Sistemin bizi kastlara ayırıp “böl, parçala, yut” mantığınca yok etmelerine izin vermemeliyiz!!!

Zehra ARSLAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir