Türk sağı denilince akla tarih, edebiyat ve özellikle şiir gelir. Ve yine Türk sağı denilince en başta gelen isimlerden biri de Necip Fazıl‘dır. Necip Fazıl ortaokulda tanıdığım bir isimdi. Lise yıllarında kitaplarını içercesine okumuş ve mısralarını birer kurşun gibi fikir cephaneliğimize yığıp durmuştuk. “Üstat” erişilmez bir zirve olarak, mısraları ve hükümleri ile her meselemizde imdadımıza yetişen kırk ambardı adeta. Ayhan Songar‘ın çektiği fotoğrafı da duvarlarımıza gururla dahası imrenerek astığımız bir semboldü. Onun mağrur duruşu ve hakkındaki okkalı cevaplarla hasmını yere serdiğine inandığımız rivayetleri bize muazzam bir güven veriyordu. Her şeyin cevabı İslam’da vardı. Biz medeniyeti elinden alınmış, geleceği çalınmış çocuklardık. Batı çalmıştı bizim medeniyetimizi… Batı denilen sahte medeniyetten alacağımız bir şey yoktu onun için. Ne ararsan hepsi mevcuttu tarihimizde.
Necip Fazıl, Türk sağının ezikliğini ve köylülüğünü bastırdığı Fransa’yı görmüş, konakta yetişmiş gururu idi. Belki de bu yüzden onun bazı aşağılama ve ağır tenkitleri her zaman hoşgörüldü. Devletin Fransa’ya gönderip hayırsız çıkan evlatlarındandı. Daha sonra iç muhasebeleri daha doğrusu psikolojik çıkmazları Abdülhakim Arvasi ile tanışmasına sebep oluyor ancak bu ilişki mürit-mürşit ilişkisinden daha çok arada sırada uğranılan bir terapi olarak kalıyordu. Necip Fazıl yüksek belagat ve üslup sahibi bir kalem olarak pireyi deve, deveyi pire gösterecek kudrette bir zekadır. Ve o hiçbir yere sonuna kadar bağlanacak kadar akıllı değildir, çünkü gerçekten müthiş bir zekaya sahiptir.
Hakkında ilk sarsılmam Kadir Mısıroğlu‘nun “Üstad” kitabı ile oldu. Ben Üstadı, Mehmet Âkif gibi samimi ve ahlaklı bir Müslüman olarak görüyordum. Mısıroğlu üstadın insan yönlerini anlatıyordu. Onun yazdığı Benim Gözümde Menderes kitabı ile ikinci şoku yaşadım. Para için defalarca Başbakanlığa gitmeler vs.
Fikir ve inançlar med cezirler olmadan yerli yerine oturmuyor. Hiç bir kurum ya da kişi kutsal ve eleştirilemez değildir. Bu yazı otuz yıl önce yazılsaydı, sadece methiye babında bir güzelleme olacaktı.
Necip Fazıl bir dönem çok etkilendiğim ve çok faydalandığım bir isimdir. Şiirleri hâlâ tartışmasız güzeldir benim için. Bir zamanlar sorgulamadan okuyarak çoğu kişiye düşman olduğum diğer kitaplarının, belgesiz ve mesnetsiz iddialarla ve hiçbir sistematiği olmayan gündelik konuşma tarzında metinler olduğunu anladığımda kendimi fikir olarak orta yerde kalmış gibi hissettim. Halbuki o zamanlar “ölçüye uymayan” diye herkesi kategoriye ayırıp kendi soyut dünyamızın konforunu yaşıyorduk. Laf cambazlığı ve laf kalabalığı ile her şeyi çözdüğümüze inanıyorduk. Fikir denilen şeyin laf kalabalığı olmadığını siyaset bilimi okumaya başlayınca anladım.
İdeolacya Örgüsü adeta bir totaliter sistem projesi gibi. Bugün düşününce çok saçma ve uyduruk gelen, politik temenniden öteye geçmeyen İslami bir yönetim tarzı uydurma gayreti.
Kitaplarında göklere çıkardıklarına toz kondurmazken özellikle “Babıali” ve “Sahte Kahramanlar” kitaplarında ağır ithamlarda bulunduğu, özellikle Nurettin Topçu, Ziya Gökalp ve Hamidullah için söyledikleri yıllarca bu isimlere soğuk bakmama sebep olmuştur. Bu üç ismin çok değerli isimler olduğunu uzun yıllar sonra anladım. Onu okurken anlamak için değil, yargılamak için fırsat kollayan bir tavra bürünüyorduk. Hayatımda çok saygı duyduğum Mehmet Âkif’e söylediklerini ve İstiklal Marşı yerine geçmesi için yazdığı marşı okuduğumda, o gün akşama kadar yürüye yürüye düşündüğümü akşam tekrar şiiri sesli okuyup güldüğümü, sonra Safahat‘ı elime alıp Âkif’in fotoğrafına tekrar büyük bir saygı ile baktığımı hatırlıyorum.
Necip Fazıl benim şairden fikir adamı olmaz iddiamın önemli bir temsilcisi oldu. Bir Adam Yaratmak tiyatrosunun CHP’nin siparişi olduğunu ve kendisinin CHP’den adaylık başvurusu yaptığını öğrendiğimde şaşırmadım. Çünkü “Benim Gözümde Menderes” kitabını, Sezai Karakoç‘un Hatıralarını ve Yassıada duruşmalarında onunla ilgili kısımları ve 12 Eylül’le ilgili fikirlerini öğrenmiştim.
Necip Fazıl ve Nazım Hikmet, benim için Türkçenin iki büyük şairi. Sanatçıları ideolojik olarak ayırmamaya Necip Fazıl’ın bendeki tartışılmazlığı bittiğinde başladım. O günden beri isme değil önce esere bakmaya başladım. Her ikisini de özellikle Türkçeleri için, Necip Fazıl’ı ise cümle ve cümlede mantık kurma yönleri ile tavsiye edebilirim. Bilgi ve fikir için ya da yöntem ve üslup için asla.
Necip Fazıl, büyük bir şair ve daha önemlisi söz ustası. Oktay Akbal‘dan okuduğum “Onu bir kere bile kitap okurken görmedim” cümlesinin sonuçlarını kitaplarının çoğunda bariz bir şekilde görüyordum. Dünyaya iki renkli bakma, herkesi anlamadan yargılama, delilsiz ithamda bulunma, sevgi ve nefreti aklı dumura uğratacak derece abartmalar her satıra sinmiş İslâm ahlâkında olmayan özelliklerdir.
Necip Fazıl kitaplarında sık sık “ham yobaz kaba softa” ithamında bulunur. Kitaplarının nerdeyse hepsini okumuş biri olarak söylüyorum, Necip Fazıl’ı bugün en çok sevenler kendisinin “ham yobaz kaba softa” dedikleri, maalesef. Tıpkı Osmanlıyı zerre miktar anlamayan ve bilmeyenlerin Osmanlıcı olması gibi.
Necip Fazıl, lise ve üniversite yıllarında benim için dokunulmazlığı olan, satır satır ezbere bildiğim bir isim. Atsızcı arkadaşlara karşı her zaman yılmaz savunucusu olduğum bir kalem. Gönlümün ve fikrimin güçlü kalemi. Necip Fazıl’la başlayıp tarih ve fikir örgüsü burada kaldı çoğu insanın. O yüzden derinlikli ve sistematik bir fikir oluşmadığı gibi 16. yüzyıl zihniyeti gibi her güzelliği geçmişte aradık. tarihle hesaplaşmayı asla mahşere bırakmama gayreti ile canla başla durmadan hesaplaşıyoruz. Kafamız arkaya dönük, geleceğe dair hiçbir sözümüz yok.
Lise yıllarında yoğun okumalarım ve Erol Güngör‘le tanışmam bütün dünyamı ve bakışımı değiştirdi. Ondan sonra bilginin ve ilmin ummanına dalmaya başladım.
Bugün artık gönlümle değil aklımla okuyorum. Gönlüm hâlâ şarklı ama kafam biraz da olsa “rasyonel” olmayı öğrendi. Eleştirilmez şahsiyetler oluşturmak belki başlarda temel inşa ederken işe yarayabilir, ancak sonraki yıllarda şahsiyeti durduran ve çürüten bir pranga olabiliyor. Fikri savunmakla şahısları savunmanın ayırdına varmak önemli.
Ve bugün şiirle değil, bilgi ve düşünce ile medeniyet kurulabileceğine inanıyorum. Bilgiye dayanmayan konuşmalardan sıkılıyorum. Kendi yorumunu fikir zannedenlerden hoşlanmıyorum. Politik bağlantıyı, particiliği dava ya da fikir zannedenlerden uzak duruyorum. Laf oyunları ya da büyük sözlerle ancak niteliksiz kalabalıkların galeyana getirilebileceğini görüyor ve biliyorum. Şiir, medeniyetin ancak neşesi olabilir, ruhu ve kimliği olamaz.
Ve benim güzel memleketimde adam olarak yetişmenin ve kalmanın imkânsıza yakınlığını aynel yakin müşahede ediyorum.
Ve bütün Türk tarihinin ve edebiyatının isimlerini seveyim sevmeyeyim Türk kültürünün bir parçası olarak görüp değer veriyorum. Düşünce, fikir ve eser olmadan milletler gelişemez.
Rahmi ŞEYHOĞLU

Son Yorumlar