Kalabalık bir caddede yürürlerken, karşıdan gelen çocuklu bir çift gözlerine ilişti. Kadınlardan biri hemen tanıdı. Muazzez hanımla aynı trende Almanya’ya gelmiş ve aynı fabrikada çalışmışlardı. Fabrikanın Heimlerinden birinde de birlikte oturmuşlardı. Geldiklerinde ikisi de çok gençti. Ama Muazzez bir başkaydı. Gelir gelmez her dakikasını Almanca öğrenmeye ayırmış, gece gündüz uğraşarak altı ayda Almancasını epeyce ilerletmişti. Geçen günler içinde yakın arkadaş ve dert ortağı olmuşlardı. Zaten Almanya’ya tek başına gelen hangi kadının derdi yoktu ki?
İlk evliliği bir yılını tamamlamadan kaynanasının baskısı ile sona ermişti. Bir gün getirip eski bir eşya gibi babasının evine bırakmışlardı. Boşanması da kolay olmuştu. Kocasından istediği bir şey yoktu. Çocuk da olmayınca çabucak bitmişti. babasının evinde bomboş oturarak duramayacağı için postanede küçük bir memuriyet bulup çalışmaya başlamıştı. Aradan bir kaç ay geçtikten sonra bir gün karşısına tanıdık bir yüz dikilivermiş. Lise yıllarından kısa bir arkadaşlık ettiği genç adam karşısında duruyormuş. Bizim kız evlenmiş ama o okuyup mühendis olmuş. Selamlaşmışlar, adamın parmağındaki yüzüğü görünce sohbeti uzatmak istememiş. Fakat bu sefer de adam peşini bırakmıyormuş. Ünlü bir inşaat şirketinin iki ortağından biri olan adam Bizim kıza neler neler vaad ediyormuş. Arabalar evler falan. Sadece iki çocuğu olduğu için karısından boşanamazmış. İki lafın birinde, “ben ssana bakarım. Çalışmana gerek yok diyormuş.” Ama Muaazzez hiç ümit vermiyormuş. Evli olmasa olurmuş ama öylesini hiç istememiş. Hele de ben seni bakarım sözü çok gururuna dokunuyormuş. Bir gün aniden karar verip peşindeki adamdan kurtulmak için Almanya’ya yazılmış. Şansı yaver gitmiş ve bir kaç gün içinde kabul edilmiş.
– Sonra adamla mı buraya gelmiş?
-Yok canım, adam gideceği gece istasyondaydı. Hatırlıyorum ağlamıştı ama bizim kız adama sarılmadı sadece uzaktan el salladı. Bunları anlattıktan sonra,
-Olmayınca olmuyor abla. Birbirimizi sevmiştik ama ilk karşılaştığımızda çok erken, ikincisinde çok geçti… diyerek dert yanardı. Üç sene ne ben izine gittim ne de o. Aklını okumaya takmıştı. Gündüz fabrikada çalışıp, gece okullara giderdi. Çok geçmeden bizim tercümanlık işlerimizi yapmaya başladı. Fabrikaya çok işçi lazımdı. Türkiye’den belki yüz belki ikiyüz işçi getirdi. Fabrika onu resmi, tercümanı yaptı.
Yakınlarını getirmek isteyenler hep ona giderdi. Tam olarak bilmem ama getirttiği her işçiden iki maaş alırmış diye duydum. Bizim kız aldı yürüdü. Koca bir araba aldı. Güzel bir eve çıktı. Dayadı döşedi. Etrafında kum gibi erkek kaynasa da o hiç kimseye bakmazdı. Üç sene sonra okulunu bitirince ilk defa arabası ile memleketine gidecekti. İstersen gel beraber gidelim. Yoldaş olursun deyince düştük yola. Eski yollar çok bozuktu. Epeyce çileli bir yolculuktan sonra onun memleketine geldik. O gece dinlendik. Ertesi gün memleketini gezdirmek istedi. Arabası ile dışarı çıktık. Ana cadde de park ederken önünden geçen bir adamı görünce çok şaşırdı. Sakalları en az bir haftadır traş olmamış, üstü başı ütüsüz ve bakımsız, omuzları düşük, çöküntünün dibine vurmuş bir zavallıydı. Donup kaldı Muaazzez.
-Abla inanamıyorum. Bu o, koskoca inşaat şirketinin ortağı. Son gördüğümde pırıl pırıl bir adamdı. İstasyondaki halini sen de hatırlıyorsun değil mi?
Hatırlamıştım, bu adama çok kötü bir şey olmuştu ama neydi. Arkadaşım beni memleketime gönderdikten sonra tekrar karşılaşmışlar. İlk baktığı şey parmağındaki yüzük olmuş. Ama yüzük falan yokmuş artık. Bir pastanede oturmuşlar biraz. Adam anlatmış.
-Boşandık işte, karımı ortağımla yakaladım.
-Yaaa… Çocuklar nerde?
-Benden değilmiş. Ne büyük hata etmişim çok sonra anladım.
-Bir hata var ama onu yapan sen değilsin. Başkalarının hatasının cezası sanki sana kesilmiş. Bu halin ne? Şimdi ne yapıyorsun?
-Ortağım yalnız karımı, çocuklarımı değil benim edindiğim malımı da aldı. Şirket adına bütün senetleri ben imzalıyordum. Alacaklar da verecekler de ortaktı. Ne yazık ki o bütün alacakları toplamış, bütün borçlar bana kaldı. Elimde avucumda ne varsa satıldı. Hala bazı borçlarım var.
-Peki işin yok mu? Bir mühendise bu halde geçmek yakışıyor mu?
– Bu şehirde artık kime inanıp da iş yapayım? Dipsiz bir kuyunun içinde aylardır düşüyorum.
– Gel Almanya’ya gidelim.
– Dil bilmem yol bilmem ne yaparım ben orada?
– Ben sana bakarım. Önce okula yazdırırım. Okulu bitirince sana işten bol ne olabilir ki? Acı acı gülmüş o zaman.
-Demek beni sen bakacaksın ha?
-Ben bakacağım ama…
-Ama sen yeniden evlenmeyi düşünür müsün?
İşte öyle olmuştu. O izinden evli olarak döndüler. Akıllılık etti bizim kız. Bazen insan üçüncü şansı da kullanmalı değil mi? Çok mutlular. Bebek de oldu, zamanı gelmeden hiç bir şey olmuyormuş. Şans kapıyı iki defa değil bazen üç defa da çalarmış. yeter ki o kapıyı açma cesareti olsun insanda…
Sabriye CEMBOLUK

Son Yorumlar