Matematikçi Bir Şair: Cem Tezer

Yıllar yıllar önceydi. ODTÜ’nün en aylak öğrencisi olduğum günler. Mevsim bahar…

5.45 servislerinden sonra ortalıktan el ayak çekilir, ben başımda kavak yelleri, Matematik bölümünün önündeki ağaçlardan birine sırtımı verir, birazdan binadan çıkacak olan çok güzel ve çok hüzünlü bir genç kadını beklerdim sabırsızlıkla.

İşte o günlerde, o yalnız ama heyecanlı bekleyişime, binanın sanıyorum ikinci katından, bir flütten yükselen Bach ezgileri eşlik ederdi.

O bekleyiş, içimdeki o sabırsız kıpırtı, sırtımı yasladığım ağacın yapraklarında uğuldayan rüzgâr ve Bach… Bazen, o bekleyiş, o hüzünlü genç kadına kavuşmaktan da tatlı gelirdi bana.

Flütçünün adını da ilk kez o genç kadından duydum;

“Haa o mu… Bizim Cem Hoca”.

……………………………….

Araya uzun bir yaz girdi, Uzak bir memlekete gittim, o hüzünlü genç kadınla ayrıldık. Döndüğümde bizim çocuklar bir edebiyat dergisi çıkarmaya karar vermişlerdi. Uzak diyarların tozu toprağı, ayrılığın kırıklığı, ortada uçuşan şiirlerin büyüsüyle karışmıştı, Kendimi birden APUS adlı o derginin içinde, Walt Whitman çevirirken buldum. Çok kötü bir çevirmendim, ama her şey çok güzeldi. Yepyeni kitaplar, yazılar, şiirler, şairler, yeni dostlar…

Derginin ilk sayısında o hüzünlü genç kadının da bir şiiri vardı;Şu iki mısrası hiç silinmedi aklımdan;

“Bir ahenk aramak
 Bir sevgiliye bedel”

…………………………………

Sadece üç sayı çıkartabildik dergiyi. O sayılardan birinin arefesinde, Cem Hoca’nın Bach çalmaktan gayrı de  marifetleri olduğunu öğrendim. Büyük bir tevazuyla bizim amatör dergiye aşağıda bir iki mısrası yer alan iki şiirini hediye etmişti sevgili Cem Tezer. (yıllar sonra kendisine hatırlatıldığında; “O derginin içinde tek işe yarar şey benim şiirlerimdi” diyecek kadar da gerçekçiydi ama)

………………………………………

Bugün Cem Hoca’nın bir kalp kriziyle aramızdan ayrıldığını öğrendim. Öğrenmeye ve öğretmeye adanmış müthiş bir hayat. Müzikle, şiirle, matematikle….

Sonraki yıllarda kendisini daha yakından tanıma fırsatım oldu. Ama kendisine o yazdan, o hüzünlü genç kadından ve Bach ezgilerinden hiç söz etmedim….

Belki de söz etmeliydim….

Işıklarda uyu hocam, toprağın incitmesin…

  1. GAZEL

“Bodrum… Bodrum…”

“Ben böyle değildim…
Böyle değildim an ki çizgime bir kadın düşüyor
unutuyorum. Aklıma birden adın düşüyor…
Adınla büyüyor bir soğuk kalabalık. Konuşuyorum,
susuyorsun ve kırılmış sanki kolum, kanadın düşüyor,
aklıma hiçliğim düşüyor ve yalanlığım.”

  1. GAZEL

“Es tan corto el amor
y es tan largo el olvido”
Neruda

“Sevdim mi ben, aşk mıydı o? Öyleyse bu oyun ölümle nedir?
Ellerin dolaşırdı yüzümde. Gülerdim. Ne zor
ne zor güldüğümü unutmak…
Hangi mavi değmedi kanadımıza? Nasıl
nasıl olacak seninle maviden maviye süzüldüğümü unutmak?
Öyle ağır düşüyorum çarpık bir gökyüzünden ve öyle hazin…”

&&&&&&&&&&&&&&&&&&&&

Cem Tezer’in Kendi Dilinden Hayatı

Babam: Orhan Tezer, Y. İnşaat Mühendisi (İTÜ, 1951). Annem: SevinçTezer ( Baturer), DTCF Felsefe terk. İkisinin de babası ve sülalemin onlardan da önce bilinen bütün mensupları hep asker. Ona rağmen, annemin ve babamın gençlikleri refah içinde geçmemiş. 

Ben 1955te (19 Mart), Bilecik‘te doğmuşum. Bu şehirde babamın şantiye şefi olarak çalışmaktaymış.

(1960-1962) Gene babamın işi dolayısıyla bulunduğumuz Merzifon‘da İstiklal İlkokulu‘nda ilkokul 1 ve 2. sınıfları okudum. Merzifon bende derin intibalar bırakmıştır. Orada tanıdığımız insanlarla ömür boyu süren ahbaplıklarımız oldu.

(1962-1965) Gene babamı takip ederek geldiğimiz Ankara‘da Keçiören‘e yerleştik. Ben bugünkü Kızlarpınarı durağı yakınındaki Kuyubaşı İlkokulu‘nda 3, 4, ve 5. sınıfları, Kalaba Ortaokulu‘nda da orta 1’i okudum. Bu safhada bana en heyecan veren meşgale şiir okumak ve yazmaktı. Umumiyetle koşma vesair gibi aralarında kafiyeli dörtlükler şeklinde yazardım. Her milli bayramda öğretmenlerim benim yeni bir şiirle gelmemi ve onu yapılan törende okumamı beklerlerdi. Şiir ve onun getirdiği mahalli şöhret derslerime kötü tesir etse bile bu işten çok zevk aldığımı gayet ityi hatırlıyorum. Bugün hâlâ milli meselelerde hislerim coşkundur. Hamasi nutuklar, şiirler dinler ve okurken dayanamam, gözlerim yaşarır. (Evliya Celebi’nin Ceyhan adlı atın hediye edilmesi hakkındaki hikâyesi, Ömer Sefettin’in “Başını Vermeyen Yiğit”, Tevfik Fikret’in “Millet Şarkısı”, 10. Yıl Nutku vesair!) 3. sınıftayken bu halimi farkeden ve beni teşvik ettiği gibi, sonra o zamanlarda yazdıklarımın küçük bir kitap halinde basılmasına yardımcı olan ilkokul ğretmenlerimden Göktürk Mehmet Uytun‘u şükran ve rahmetle anıyorum.

(1965-1967) Babamın işi münasebetiyle, bir kere daha hicret ettik ve Elazığ‘a yerleştik. Ben Elazığ’da orta 2 ve 3’ü okudum. Akordiyon dersleri aldım. Hocam bugün ismini hatırlayamadığım harikulade bir insandı. Oradaki alayda bando assubaydı. Galiba o günlerde Elazığ’da hocamdan sonra akordiyonu en iyi çalanlar arasına girdim. Müziğe büyük br aşkla bağlanışım o günlere rastlar. Erkan Oğur‘la da hâlâ en derin bir içtenlik ve muhabbetle süren arkadaşlığımız Elazığ’da başladı. Derslerim gene pek iyi değildi. Büyük merakım kimyaydı. Bilhassa organik kimya beni büyülüyordu. Elazığ’daki evimizin bir odasını laboratuvar olarak kullanıyor, babamın Ankara’dan getirttiği alet ve malzemeyi kullanarak merak ettiğim deneyleri yapmaya çalışıyordum. O günlerde Watson ve Crick‘in “Genler ve Moleküler Biyoloji” adlı kitabı Altan Günalp tarafından Türkçeye çevrildi. O günlerde Ankara’da geçirdiğimiz bir kaç gün esnasında epey pahalı olan bu kitabı vitrinde görüp babama satın aldırmıştım. Tabii pek bir şey anlayamadım ama yıllarca elimden düşmedi. Bilhassa hemoglobin gibi büyük moleküllerin 3 boyutlu yapısını gösteren resimlere saatlerce baktığımı hatırlıyorum. Bende o günlerde çok derin bir intiba bırakan diğer bir kitap da George Gamow‘un “Bir, İki, Üç … Sonsuz “ adlı eseridir.

(1967-1971) Gene Ankara’ya döndük. Babam epey uğraşıp beni Ankara Atatürk Lisesi‘ne yazdırdı. Derslerim bayağı kötü gitmeye başladı. Bu arada kimyadan ziyade önce fiziğe sonra matematiğe alaka duymaya başladım. Derslerim kötü gittiği için alaka duyduğum şeyler biraz serserilik olarak görülmeye başladı. Lise 2 de ikmale kalmaktan zor kurtuldum. Buna karşılık aynı yılın yaz tatilinde babam Granville‘in Naci İskender tarafından yeni tercüme edilen “Diferansiyel ve İntegral Hesap” kitabını eve getirdi. Ben hayatımın belki en zevkli 3 ayını o yaz bu kitabın bütün alıştırmalarını çözerek geçirdim. Babam ve arkadaşları bu hali inanılmaz buluyor, bana beklenmedik, türevler, integraler soruyorlardı. Bu faaliyet herhalde beni terbiye etmiş olmalı ki Lise 3’de birden bire en yüksek notları almaya başladım. Bilhassa sentetik geometride hocalarımı şaşırtıyordum. Hayatımda ilk defa  “iftiharla”   geçtim. O yaz yapılan ünivesite giriş imtahanlarında, ODTÜ ve İTÜ giriş imtihanlarında beklenmedik dereceler aldım.

 (1971-1973) Önce babamın teşvik ve hatta israrıyla İTÜ İnşaat fakültesine yazıldım. Orada iyi matematik öğrenebileceğime beni ikna etmişlerdi. 2-3 ay sonra hakikati anladım ve ayrılmaya karar verdim. Babam sırf matematik okuyacaksam bunu yurtdışında yapmam hususunda israr etti. Londra’ya gittim. İngilizce öğrenmeye ve Cambridge Üniversite’sinin imtihanlarına hazırlanmaya başladım. Bu imtihanlara İngiltere’deki 9. ayımda girdim. Kazanınca neredeyse önümde 8-9 ay boş vakit kaldı. O vakti Almanca çalışarak ve İngilizcemi ilerelterek ve Bartle’in ” Elements of Real Analysis” ini çalışarak geçirdim. Bu safhada Eflatun’un bütün diyaloglarını defalarca okudum. Ayrıca Bertrand Russel’ın ” History of Western Philosophy “isini. Yazın da 2 ay Berlin’e gittim.

(1973-1976) Cambridge’de önce matematiğin temellerine olan aşırı merakım yüzünden sadece felsefe derslerine devam ettim.  Bir yandan da Fransızca öğreniyordum. Bu yüzden yıl sonunda imtihanlarımda bayağı kötü notlar aldım. Ayrıca bu 1. yılımda müzik aşkım yeniden depreşmişti. Tamamen Avrupa oda müziğine yöneldim. Önce blok flüt öğrendim.  Bilhassa barok ve eski İngiliz ustalarını çok severek çaldım. 2. sınıfta matematik derslerine ciddi olarak başladım. Hayatımı tanzim etmeye gayret gösterdim. Bu yıl bir flüt satın aldım ve büyük bir hızla bu aletin literatürünü keşfe koyuldum. Derslerimin esaslı bir kısmı fizikle ilgiliydi. Sırf matematik haricinde, elektromanyetik, termodinamik ve kuantum mekaniği derslerini severek yapıyordum. Matematikten artan bütün vaktimi müziğe (piyano eşliğinde bilhassa barok sonatlar, yaylı sazlarla Mozart’in flütlü dörtlüleri) ve biraz da gelişigüzel olan tarih incelemelerine veriyordum. O günlerde I. Napoleon’un 10 ayrı biyografisini okuduğumu hatırlıyorum. Cambridge’de canımı en sıkan şey, 1974de Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesnden sonra İngiltere’de Türklere karşı hüküm süren önyargılardı. Bu bendeki derin milliyetçi duyguları kamçılıyor, çok genç olduğum için olacak beni huzursuz ediyordu. Gerekli ge-reksiz pek çok ağız dalşına hatta yumruklaşmaya girdiğimi biraz sıkılarak hatırlıyorum.

(1976-1977) Mezun olduktan sonraki bu yılımı yıllardır hasretini çektiğim vatanımda ailemin yanında kalarak, özel ders verip kendime harçlık çıkararak, eski Türkçe bilgimi geliştirip, kazandığım paraları sahhaflara vererek geçirdim. TÜBİTAK’ın bursunu kazanarak, Fransa’da bir üniversiteye gitmek üzere Türkiye’den yeniden ayrıldım. O sıralarda Fransızca’m Almanca’mdan iyidi. Biletimi Erkan Oğur‘u ziyaret etmek ve Almanya’yı bir daha kolaçan etmek üzere Münih aktarmalı almıştım.

(1976-1983) Heidelberg‘i ziyaret edince bu harikulade şehre derhal aşık oldum ve Fransa müracaatımı iptal edip Heidelberg Üniversitesine kaydoldum. O zamanlar Alman üniversitelerinde lisansüstü eğitim öğrenciye neredeyse zararlı olacak kadar büyük bir serbestlik veriyordu. Ayrıca bütün sistem büyük bir belirsizliğe sahipti. Ben de bursumun haricinde babamın da bol bol gönderdiği paralarla rahat bir hayat yaşamaya başladım. Operalar, konserler gecelerimi işgal ederken, vaktimi  matematikle olduğu kadar, edebiyat ve tarih incelemeleriyle de uğraşarak, tabii ayrıca her hafta sonumu baştan aşağı işgal eden oda müziği çalışmalarıyla geçirmeye başladım. Fransız empresyonistlerin flüt müziğiyle tanışmam bu safhada oldu. Çok zevkli geçen bu yıllarımda yaptığım tek hata siyasetle uğraşmak oldu. Bu tamamen gereksizdi. Vakit kaybı ve gereksiz asap bozukluğundan başka hiç bir kazancım olmadı.

(1983-1984) Doktora tezimi teslim edip, Erzincan’da dört aylık askerlik yaptım. Tezimi savunmak için 3 aylığına Heidelberg’e döndüm. Ama Heidelberg’de değil, yakınındaki Schwetzingen‘de kaldım. Gene müzikli ve çok zevkli bir safhaydı. Bu küçük ilçenin eski filmleri oynatan sineması ve eski bir asilzadenin malikanesinin bahçesi olan parkı hâlâ en tatlı hatıralarım arasındadır.

1984’te Türkiye’ye nihai olarak döndüm. Gebze’de Cahit Arf ev Erdoğan Şuhubi‘yi ziyaret ettim. Önce oradaki enstitüde çalışmaya niyetlendiysem de sonradan ODTÜ’de karar kıldım.

O günlerde büyük geometri ustası Hüseyin Demir‘le tanıştım ve benim üzerimde bıraktığı tesiri ve onunla beraber yaptıklarımızı burada anlatamam. Merak edenler 1994’de onun ölümü üzerine Matematik Dünyasıı’nda yazdığım teferruatlı yazıyı okuyabilirler.

O günden beri araştırma yaparak ve ders vererek yaşıyorum. 

2 veya 3 teoremim belki benden sonra hatırlanabilir. Bundan sonra yapacağım araştırmalar hakkında ne söylesem boş. Hayatımın sonbaharına geldiğim bugünlerde mesudum. Hayatımı kazanmak için yaptığım şeyler hep zevk aldığım şeyler.

Müzik çalışmaya devam ediyorum. Ne yazık ki düzgün nota okuyan enstrümantalist bulmak Türkiye’de zor. Gene de bulduğum oldu. ODTÜ’nün 40. kuruluş yıldönümünde Haydn divertismanlarını, bazı hususi konserlerde de Mozart flüt dörtlülerini çaldım. Artık biraz yaşlıyım. Kolay parçalara yöneliyorum.

Şiir yazmaya devam ediyorum. Ama herhalde Fransızların “raté” dedikleri türden olduım. Kimse yayınlamıyor. Bir ara merhum Attila İlhan biraz himaye etmişti beni şiirlerimi o zaman bir kaç tanesi yayınlanmıştı.

1986 da Münevver Tezer (Sezgin)’le evlendim. Eşim ODTÜ de matematik profesörüdür. İyi bir piyanist olan ve Bonn‘da tarih tahsil eden bir kızım var. Kızımdan saatlerce bahsedebilirim tabii!

Cem TEZER

Cem Tezer – Ercüment Ortaçgil – Erkan Oğur

 

Kaan BAHADIR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir