Kolektiflik/Tek Tipleşme/Şahsiyetlerin Grupta Eriyerek Yeteneklerinin Yok Oluşu

Bir grup veya cemaat üyesinin fedâkar ve sadık olabilmesi­nin yolu bireysel kimliğinden ve kendisine özgü farklılıklardan sıyrılmasından geçmektedir. İyi bir fedâkarlık sağlam bir bağlılığı, sağlam bir bağlılık da bireysellikten sıyrılarak grup kimliği içinde erimeyi, kolektif yapıya karışmayı gerektirmektedir. Kişi kolektif bir kimlik içinde asimile olursa, kendini ve başkalarını bir birey olarak görmez. Kendini ve başkalarını grubuna veya cemaatine göre tanımlar.

Grup ve cemaatlerin içinde kolektif kimliğin ön plana çık­masıyla, farklılıklar büyük ölçüde yok edilir. Artık kişilerin mutlulukları, mutsuzlukları, umutları, övüncü, güvenci, se­vinçleri, hedefleri, yapabildikleri ve yapamadıkları kendi görüş ve yeteneklerinden değil, kolektif yapıdan kaynaklanır. Kişi artık kendisi değildir. Grubun çizdiği şekillendirdiği bir tiptir. O kalıba girer. Bireyin kişisel ayrılık ve özellikleri tümüyle or­tadan kaldırılır. Kişi tüm varlığını grubunun veya cemaatinin varlığına armağan eder. Grup menfaati kişisel menfaatlerinin önüne geçer. Tüm üyeler o kalıpla şekillenerek tek tipleşirler. Grup, insan üzerinde kurduğu egemenlik ve istibdatla kişiliği­nin öne çıkmasını olanca gücüyle engeller.

“Kolektif bir ortama uyum sağlaması için bir insanın, ki­şisel farklılıklarından sıyrılması, serbestçe ve bağımsız karar verme hakkından yoksun bırakılması gerekir. Doğal eğilimleri­nin ve içgüdülerinin birçoğunu içinde tutmak zorunda bırakılır. Kesin inanç adamının mutluluğu ve dayanıklılığı, artık kendi kendisi olmayışından ileri gelir. Fakat onun bu mutluluğu ve dayanıklılığı kendisi ile kolektif topluluk arasındaki bağa bağ­lıdır. Kendisini sadece bu kolektif topluluğun bir parçası olarak hissettiği sürece yıkılmaz ve ölmez bir bireydir.” Ancak kolektif topluma katılıp tek tipleşmiş birey “artık seçme özgürlüğüne sa­hip değildir. Ya kolektif topluluğa yapışmalıdır ya da bir yaprak gibi düşüp solacaktır”(1)

Grup ve cemaatler, bir sonraki maddede bahsedeceğimiz, dini veya ideolojik yorumlarından ibaret “mutlak gerçek”lerini özel eğitim yoluyla mensuplarına aktarırlar. Bu eğitimle amaçlanan “tek dilden konuşan, at gözlüğüyle bakan, sadece beyni­nin filtre ettiklerini algılayan”(2), mutlak gerçekliği sadece kendi öğretilerinden ibaret sayan, tek tipleşmiş elemanlar yetiştirmektir. Grup bu eğitimlerle kolektif bir kimlik inşa eder, herkesi bu ortak kimliğe uyum sağlamaya davet eder.

Uygulanan eğitim metotlarında serbestçe düşünmenin, ak­letmenin ve üretmenin yolları öğretilmez. Özel beyin yıkama yöntemleri, vaaz, manipülasyonist eğitimsel taktikler, enfor­masyon kontrolü, takiyyenin eşlik ettiği aşamalı eğitim yöntem­leri, farklı bilgi kaynaklarını şeytanlaştırarak bilgi sınırlaması yapılması gibi yöntemlerle zihinler tek tip düşünmeye ve algıya alıştırılır.

Böylelikle cemaatin tek bir blok halinde hareket etmesi ve bölünmeden, çatlakların oluşmasına müsaade edilmeden var­lığını sürdürebilmesi için cemaate uygun kafalar yetiştirilmiş olur. Liderliği kutsallaştıran; bireyi, hizmet ettiği grup ve ce­maat için feda eden ve bunun ne derece büyük, yüce ve kutsal bir mertebe olduğuna şartlandıran bir eğitimdir bu!(3) Bireyler artık ‘şahsiyet’ değil, birer ‘görev adamı’, ‘teşkilat adamı’, ‘personel’, ‘militan’, ‘ölmeye hazır bir mücahit’dir. Ama asla kendisi değildir.

Aslında insanın kendi özünü reddedip kolektif bir toplulukta aynı tip şahsiyetlerden birisi olması, bir tür kişisel sorumluluk­tan da sıyrılıştır. Kişi kendi başına karar verme sorumluluğu­nu kolektif yapının üzerine atmıştır. Nasıl olsa birileri düşünüp onun adına karar verecektir. Kendisi ne diye yorulup karar ver­menin tereddüt ve şüphesine düşsün ve sonuçları itibariyle or­taya çıkabileceklerden korku duysun ki? Toplumdaki çoğu kişi için kendi adına karar vermenin ağırlığı yerine, kişiliğini toplu­luğa teslim etmenin özgürlüğü daha tercihe şayandır. Kolektif karar verme mekanizması, aynı zamanda kişisel vicdanı da bü­yük ölçüde tahrip eder. Çünkü kişi yaptığı işe kendi olarak değil de bir grubun çatısı altında karar verdiği için ortaya çıkabilecek her türlü sonucun ortak bir muhatabı vardır. Bu muhatap ki­şinin kendi vicdanı değil, kolektif karar verme mekanizmasıdır. Bu durumda vicdan kendini sorgulama gereğini de hissetmez. Normal bir insanken karıncayı dahi ezmeyen insanların örgüt üyesi olduklarında vicdansız katillere dönüşmelerinin veya her türlü adi suçu gözlerini kırpmadan işleyebilmelerinin bir sebebi de budur.

Kolektif toplulukta asimile olmuş bireyin yeteneklerinin bu yapı içinde açığa çıkması mümkün değildir. Bu nedenle grup içi görev dağılımında yetenekler asla göz önünde bulundurulmaz. Kişilerin yetenek ve karakterleriyle grup içi konumları arasında bir dengesizlik ortaya çıkar. Genel hayat içinde çok az şey başa­rabilecek yetenekteki bireyler grup içinde sırf sadakatlerinin bir ödülü olarak çok iyi bir konumdadırlar. Oysa yetenekli elemanlar, yeteneklerinin içten gelen baskısıyla huzursuzdurlar. Ce­maat içi eğitimden geçmişlerdir. Ama bu onların yeteneklerini tümden ortadan kaldıramaz. Buldukları ilk fırsatta bu yetenek­lerini sergileyecek işler yaptıklarında genelde kolektif davranı­şın dışına çıktıklarından bu durum diğer mensuplar veya lider tarafından bireysellik hatta bencillik olarak nitelenir. Aynı şe­kilde, yetenekleri nedeniyle kötü gidişatın farkına varıp bundan rahatsız olan bunu değiştirmek için iyi niyetle müdahil olmak isteyen, bazen de eleştiren ve öneriler getiren bireyler, grubun birliğini/kolektifliğini bozmaya aday ayrılıkçı/fitneci şahıslar olarak damgalanır.

Hamdi TAYFUR

Dipnotlar:

1– Eric Hoffer, age, s.1 43
2– M .Ali Büyükkara, agm, s .1 25
3– Hamdi Kalyoncu, age, 47

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir