Bir Dal Erguvan

Bundan çok yıllar önceydi. Erken başlayan kronik hastalığım nedeniyle, Baden Baden şehrindeki bir klinikte tedavi görüyordum. Orada benden 15 yaş kadar büyük olan bir hemşehrimle tanışmıştım. Klinik hastane gibi değildi ve hastalar çıkıp dolaşabiliyorlardı. Tek başıma kaldığım odamın kapısı çalınınca açtım. Hemşerim elinde bir erguvan dalı ile kapıda duruyordu. 

– Her taraf mis gibi erguvan kokuyor. Gel şu erguvanlı tepelere doğru bir yürüyüş yapalım. 

Ben de yürüyüş yapmayı düşündüğüm için, hiç bekletmeden spor ayakkabılarımı giyip dışarı çıktım. Şehrin, eski saraya doğru tırmanan tepelerinde mor renk hakim olmuştu. Kuş cıvıltıları ve erguvan kokuları arasında, dar yoldan tırmanmaya başladık. Ablam dediğim yanımdaki yol arkadaşım, dalları bize doğru uzanan erguvan çiçekleri ile konuşuyordu. Benim orada olduğumu unutmuş gibiydi.

– Bak gene erguvan zamanı geldi. Senin geçtiğin saatlerde, balkonuma bir dal erguvan atarsın diye bekledim. Bu baharda da yoksun . Ah! Ah be garibim, nerelerdesin kim bilir? 

O kendi kendine mırıldanıyor ben sessizce onun arkasından yürüyordum. Tepeye yakın bir yerde karşımıza bir bank çıktı. İyice yorulduğumuz için, hemen oturduk. O elindeki erguvan dalına dalgın dalgın bakmayı sürdürüyordu. Sonra birden konuşmaya karar verdi. 

erguvan– Sana bir şey anlatayım mı? 

-Anlat.

– Benim babamın bir araba tamirhanesi vardı. Evimize yakın olduğu için, öğlenleri ona sefer tası içinde yemek taşırdım. Bir gün dükkana girdiğimde, tamir edilen bir arabanın altından, yüzü gözü kapkara, 12- 13 yaşlarında bir çocuk çıktı. Ben de daha ilkokula gidiyorum. Çocuğu görünce gülüverdim. O da güldü. Babam anlattı, yeni çırağıymış. Kimsesizmiş, ona dükkanda yer yapmış, gece gündüz orada kalacakmış. O günden sonra annem sefertasına onun için de yemek koymaya başladı. İkimiz de büyüyorduk. Ben oldukça uzun boylu bir kız oluyordum. O fidan gibi servi boylu bir delikanlı. Hani derler ya, boyu boyuna uygun. İşte öyle. 15-16 yaşlarına geldiğinde, sanayideki başka bir kimsesiz çırak arkadaşı ile küçük bir ev tutup, dükkandan taşınmıştı. Artık dükkana gitmek için her sabah bizim evin önünden geçiyordu. Ben de onu pencerede bekliyordum. Bana gülümseyip selam vermeden geçmezdi. Sonra o yıl erguvan zamanı, her sabah balkonumuza bir dal erguvan atmaya başladı. Başka da hiç bir çiçek atmazdı. Bir kaç bahar, sadece erguvan zamanı balkonuma bu çiçeklerden atmıştı. Babamın korkusuna, benimle konuşmaya cesaret edemiyordu. Askere gideceğini duydum. Son gece bana bir mektup göndermişti. Meğer gönderdiği kızın da onda gözü varmış. Mektubu bana değil anneme vermiş. Annem babama söylemiş. Babam çok kızmış. O yıl liseyi bitirmiştim. O nankör herif askerden dönmeden bu kızı evlendirmeliyiz diyordu ailem. Babam kendisine yeni bir ortak, bana da bir koca buldu. Boyu benden dört parmak kısa olan kocamla paldır küldür evlendirildim. İyi adamdır, bunca sene geçinip gittik. Yanarım yanarım da, gençliğimde kocamın yanında hiç topuklu ayakkabı giyememiştim ona yanarım. Bir de işte, her erguvan zamanı bir daha asla haber alamadığım o servi boylu delikanlıya… İsterim ki bu çiçeklerin ağzı dili olsun da bana ondan bir kerecik haber getirsinler. Yaşıyor mu? Nerelerdedir? 

Hiç bir zaman cevabı olmayacak soruları oturduğumuz erguvan kokulu köşede bırakıp, günlük dertlerimizi konuşarak aşağı indik.erguvannnSabriye CEMBOLUK

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir