Sönmez: “Yazarken Acele Etmemeye Çalışırım”

“Sırça Kanatlar” adlı öykü kitabınız 18 kısa öyküden oluşuyor. Anladığım kadarıyla kısa öykü yazmayı tercih ediyorsunuz. Küçürek öykü, hibrit hikâye gibi adlandırmaları da olan kısa öykü hakkında bilgi verir misiniz? Genelde kısa yazmanın zor olduğu söylenir. Siz neler düşünüyorsunuz bu hususta? 

Farklı adlandırmalar kullanılıyor ama ben öykü demeyi tercih ediyorum. Kısa yazmanın zor olduğuna katılıyorum. Her şeyden önce dili ekonomik kullanmak gerekiyor. Ayrıca okuru içine alacak bir atmosfer oluşturmak, kanlı canlı öykü kişileri yaratmak, dramatik çatışmayı ortaya koymak önemli. Kısa bir metinde bunları yapmak kolay değil. Bir yandan da ölçe biçe yazıldığını göze sokmadan bütünün estetiğini korumak gerekiyor.

Ben okur olarak, dramatik çatışmanın diyaloglarla, sahnelerle gösterildiği, duygusal olmayan ama okurda bir duygu oluşturabilen öyküleri seviyorum. Böyle öyküler yazmaya çalışıyorum.

Öykü yazmaya nasıl hazırlanırsınız? Belli bir yazma rutininiz, yazma zamanı ve mekânınız var mı?

Belli bir rutinim yok. Öncesinde notlar alır, uzun zaman yazacağım konu üzerine düşünürüm. Süreç her defasında farklı gelişir. Öykü zihnimde olgunlaştıysa zaman ve mekân hiç önemli değildir.

Yazarken acele etmemeye çalışırım. Yazmak istediğim öyküyle birlikte belli bir zaman geçirmem gerekir. Ancak o zamanı geçirirsem anlatmak istediğim konu bana açılır, uygun sahneleri, diyalogları bulabilirim.

Öykülerinizde sinematografik bir dil kendini hissettiriyor. Sinema ile bağınız nasıl? 

Böyle düşünmenize sevindim açıkçası. Sinema benim için çok önemli. Okurun gözünde kolayca canlandırabileceği sahneler yazmak istiyorum. Böylece okur hikâyenin kolayca içine girebilir, onu daha çok benimser diye düşünüyorum. Film ve öykü kullandıkları dil farklı olsa da birbirine oldukça yakın. İkisinde de kısıtlı alanda kurgusal bir evren yaratılıyor.

“Sırça Kanatlar”daki öykülerin genelinde tabiat, ağaçlar, çiçekler yer alıyor. Ormanın derinlikleri, rüzgârın esintisi, bahçelerin güzelliği, ağaçların gölgesi… Hatta öykü adları Ormanda, Ay Karanlık, Çilek Sepeti, Adaçayı gibi doğayı çağrıştıran adlar. Metinlerinizde Neden doğa bu kadar öne çıkıyor?

Doğayla kurduğumuz ilişkinin kim olduğumuza dair bir şeyler söylediğini düşünüyorum. Bu nedenle öykü kişilerimi tabiatta alışkın oldukları hiyerarşi içerisinde göstermek istiyorum. Doğayı atmosfer oluştururken de kullanıyorum. Bir de sanırım denizi, ağaçları, bulutları anlatmayı seviyorum.

Öykülerinizde hep sürpriz bir son var. Bitmemiş, tamamlanmamış hikâyeler… Öykü okuyucunun zihninde devam etsin, öyküyü okuyucu tamamlasın der gibisiniz. Gerçekten öyle mi?

Evet, çok doğru ifade ettiniz. Dediğiniz gibi okurun öyküyü zihninde devam ettirmesini ve kendi sonunu yazmasını istiyorum. Tıpkı bir kaleydoskop gibi farklı açılardan ışık düşürüldüğünde başka desenlerin görüldüğü öyküler yazmak mümkün. Öykü buna olanak veren ve okurundan katılım bekleyen bir tür. Böylece anlatılan hikâye her okurla değişip zenginleşebiliyor. Öykünün sihri bence biraz da burada saklı.

Zaman zaman okurların geri dönüşlerinden öyküleri nasıl yorumladıklarını duymak hoşuma gidiyor. Aslında hayat da benim gibi hikâyeleri tamamlanmadan, bir sonuca ulaştırmadan öylece bırakıyor. Öykülere böyle sonlar yazmayı kendi yaşadıklarımdan öğrendiğimi söyleyebilirim.

Öyküleriniz geneline baktığımızda karakterlerin çoğunda bir yalnızlık durumu söz konusu. “Akşam Suyu” öykünüzdeki iki karakter birbirleriyle kardeşler ama çok da ortak yanları yok. Konuşmaları bir hesaplaşmayı çağrıştırıyor. “Papaz Yahnisi” öykünüzde iki kız kardeşin durumu da benzer. Neler söylersiniz aile, kardeşlik ve yalnızlık hakkında? 

Attila İlhan diyor ya; “olmayacak şey bir insanın bir insanı anlaması.” İki insan arasında gerçek bir ilişki, iletişim mümkün mü, emin değilim. Karşılıklı olarak alıp vermekten söz ediyorum. Maddi bir alışveriş değil tabii. Bence ilişki içinde olmak bir süre sonra bizi değiştirmeli. Karşıdakinin zoruyla değil, belki ondan bir şey öğrenmek ya da birlikte yaşananlardan öğrenmek şeklinde. Ama çoğunlukla böyle olmuyor. Bir başkasıyla ilişki kurarken aslında sadece kendimizle ilişki içinde oluyoruz. Byung –Chul Han bunu çok güzel ifade ediyor; “Narsistik ego ötekinde her şeyden önce kendiyle karşılaşır.” Bu da kaçınılmaz olarak yalnızlığı doğuruyor.

Sözünü ettiğiniz iki öykü kardeşler arasında geçiyor. Bence ilişkileri kötü değil. Bir araya gelebiliyorlar, hatta “Papaz Yahnisi”ne bakarsak zor zamanlarda birbirlerine destek oluyor, evlerini açıyorlar. Ama bu kadar olabiliyor işte. Çünkü kendi yaraları çok derin. Karşı tarafa ellerini her uzattıklarında o yara sızlıyor. O yüzden bazen karşıdakinin canını yakmak zorunda kalıyorlar. Tıpkı hayatta olduğu gibi. Kırılganlar ve kırılgan oldukları için keskinler.

“Daldan Düşme Korkusu” adlı öykünüzde “hava kararıyor, eve dönme korkusu.” diye bir cümle geçiyor. Var mı böyle bir korku? Ya da eve dönme korkusu ne ola ki? 

Eve dönme korkusu, evde neyle karşılaşacağını bilememenin verdiği bir korku aslında. O öykü için durum bu.

Kitaba ismini veren “Sırça Kanatlar” öyküsünde derin bir geçmiş özlemi var. Öykü karakterinin adının Yâdigar olması bile bunu gösteriyor. Diğer öykülerinizde de aynı geçmiş özlemi, nostalji kendini hissettiriyor. “Geçmişten aklımızda kalanlar şimdiki ânın üstünü örter.” diyorsunuz. Geçmiş sizin için ne ifade ediyor? Neler düşünüyorsunuz?

Derya Sönmez

İçinde bulunduğumuz çağ düşünülürse artık yaşadığımız an her zamankinden daha çabuk geçmişe dönüşüyor. 2000’lerin başında doğanların çocukluğunu geçirdiği dünya bile bugünden oldukça farklı. İnsan olarak buna adapte olmakta zorlanıyoruz. Bunun çağımıza özgü bir sorun olduğunu düşünüyorum. Yalnızca kentsel dönüşüm gibi mekânsal değişikliklerden söz etmiyorum. Değer yargıları, beklentiler, günlük hayatta kullanılan dil…  Her şeyin bu şekilde topyekûn değişmesi özellikle belli bir yaşın üstündeki insanlara yaşayacak alan bırakmıyor.

Hangi tür kitaplar okumaktan hoşlanırsınız? En sevdiğiniz yazar ve kitaplardan ilk aklınıza gelenleri söyleyin desek kimleri ve hangi kitapları söylersiniz? 

Kurmaca başta olmak üzere psikoloji ve felsefe kitapları okumayı severim. Dil üzerine yazılanları okurum. Necati Cumalı, Yusuf Atılgan, Cortazar, Truman Capote en sevdiklerim. Aslında o kadar çok yazar, o kadar çok kitap var ki, hepsini yazamayacağıma göre kare asımı saymış olayım.

Son olarak neler söylersiniz?

Söyleşi davetiniz için çok teşekkür ederim.

Biz teşekkür ederiz.

Muaz ERGÜ

Derya SÖNMEZ
    • 1980 Ayvalık doğumlu.
    • Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu.
    • 2012 yılı Adnan Yücel Öykü Yarışması’nda “Ölüler Gibi” adlı öyküsüyle birincilik; 2013 yılında “Matruşka” adlı öyküsüyle Rıdvan Şahin Öykü Yarışması’nda ikincilik ödülüne layık görüldü. “Unutulan” adlı öyküsü Direniş Öyküleri adlı seçkide yer aldı.
    • Hikâyeleri NotosÖykü GazetesiDünyanın ÖyküsüSarnıçÖzgür EdebiyatHer Şeye KarşınKül Öykü Gazetesi gibi dergilerde yayımlandı.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir