Üzeyir Bey Hakkında Bazı Düşüncelerim | Azerbaycanlı Sanatçı Üzeyir Hacıbeyli Hakkında Aydın K. Azim Yazdı.

İnsani görevim, arzum, emeğim
İnsanlığa hizmet etsem, ne mutlu…
Yağmur suyu ile toprak emelim
İnsanlığa hizmet etsem, ne mutlu…

Dere akar, bu topraklar sulanır;
Günler gelir geçer, dünya döner;
Düşünce bir sermayedir hem faydalanır,
İnsanlığa hizmet etsem, ne mutlu…

Ozan Ali Metin, üstadımız Üzeyir Bey’in temel niyetini, amellerini ve amacını bu güzel sözlerle hüzünlü bir biçimde ifade etmiş, âdeta bize anlatmıştır. Evet, Üzeyir Bey, hayatı boyunca bütün varlığıyla — halk arasında denildiği gibi: “bedende can oldukça” — Azerbaycanımıza, Azerbaycan halkına, Azerbaycan müziğine ve genel olarak Azerbaycan kültürüne yorulmadan hizmet etmiştir. Bu insani görevi, yaşadığı dönemin hiç de kolay olmayan; zaman zaman son derece ağır şartlarına göğüs gererek, zorlukları aşarak ve kimi zaman hayatî tehlikeyle yüz yüze kalmasına rağmen mertçe ve dürüstçe yerine getirmeye çalışmıştır. Gerçek şudur ki, Üzeyir Bey Hacıbeyli için “İnsanlık” — Azerbaycan halkıydı. Ve bestekâr, yazdığı müzikle, kurduğu kültürel kurumlarla ve diğer toplumsal faaliyetleriyle gelecek nesillere çok önemli bir mesaj göndermiştir: İnsanlığa hizmet, Azerbaycan halkına hizmetten geçer.

Üzeyir Bey’in 1908 yılında yazdığı Leyli ve Mecnun operasının ilk temsili, Türk dünyasında büyük bir kültürel olaya dönüşmüştü; hatta denebilir ki, milletimizin uyanışı ve kendini tanıma yolunda yeni bir başlangıcı simgeleyen kültürel bir patlama yaşanmıştı. Bu görkemli eser, sanki eski dinî–merasim gösterilerinden, Şebih gelenek ve kurallarına dayanan bir meydan oyunu idi. Halkımız, divan edebiyatımıza (Molla Muhammed Fuzuli Bağdadi) ve bölüm bölüm gelişen muğam geleneğimize dayanan bu meydan oyununun modern sahne yorumunu görüyordu. Seyirciler bu muhteşem gösteriyi büyük memnuniyetle kabul etti. Neden etmesinlerdi ki? Gözlerinin önünde Klâsik Azerbaycan müzikli tiyatrosunun şah eseri canlanmaktaydı. Zaman geçtikçe bir hakikat daha ortaya çıktı: Bestekârın yazdığı Leyli ve Mecnun muğam gösterisi, yüksek bir düşüncenin ürünü olarak mutlaka gelişmesi gereken — yani büyük potansiyele sahip olan — bir fikirdir ve dünya müziğine Üzeyir Bey tarafından kazandırılmış yeni bir teknolojidir. Elbette ki böyle bir müziksel fikrin, bu teknolojinin devamı olmalıdır ve olacaktır.

Leyli ve Mecnun’dan tam bir yıl sonra, yani 1909’da bestecinin ilk müzikli komedisi olan Er ve Arvad sahnelendi ve seyircilerin beğenisini kazandı. Hemen ardından 1911’de O Olmasın, Bu Olsun ve 1913’te Arşın Mal Alan sahneye kondu. Bu iki önemli olayla ilgili düşüncelerimi okurlarla paylaşmak isterim. Müzik çevrelerinde bu eserler, tür olarak ya operet ya da müzikli komedi olarak adlandırılır. Bu adlandırma doğrudur; ancak bu eserlerin çok önemli bir özelliği, onları başka bir türe bağlamaktadır. XIX. yüzyıl ile XX. yüzyılın başlarında Avrupa’da geniş yayılım bulan müzikli komedya, singspiel (müzik eşliğinde komedya) veya operet (küçük opera), çoğunlukla eğlence niteliği taşıyan, hafif aşk maceralarına dayanan, gündelik hayat konulu oyunlardı. Operet türü bu hâliyle Atlantik’i aşarak Amerika Birleşik Devletleri’nin kültürel yaşamına musical adıyla girmiştir. Ancak musical türü kendi özgün niteliklerini ancak 26 Eylül 1957’de Broadway’de büyük bir başarıyla sahnelenen Leonard Bernstein’ın West Side Story adlı eseriyle kazanmıştır.

Ne var ki çok ilginç bir husus vardır: Üzeyir Bey’in operetlerinde musical türünün özelliklerini biz daha 1911–1913 yıllarında O Olmasın, Bu Olsun (beylerin iflası, bakkalların toplumsal yükselişi ve diğer sosyal meseleler) ve Arşın Mal Alan (evlilik problemleri, kadın özgürlüğü vb.) eserlerinde görüyoruz. Dolayısıyla musical’ın bir tür olarak temeli, dünya müzik tarihinde ilk kez 1911’de Üzeyir Bey tarafından atılmıştır.

Arşın Mal Alanın yazdığı eserler halkımız tarafından benimsenmiş, sevilmiş, toplumun dokusuna işlemiş ve dillerde dolaşan eserler hâline gelmiştir. Bir vatandaş olarak Üzeyir Bey Hacıbeyli’nin bütün faaliyetleri (müzik eserleri, edebî mirası, bilimsel çalışmaları, toplumsal hizmetleri vb.) yurdumuzun kutsal bayrağının üç rengine — mavi, kırmızı ve yeşile, yani bu renklerin taşıdığı simgesel anlamlara — uygun hareketlerdir ve milletimizi geleceğe taşıyan gelişim programına uygundur. İşte bu nedenle Üzeyir Bey, ülkemizin ideallerine bütünüyle uyan ve yeri doldurulamaz bir bestekârdır. Azerbaycan müziğini özenle inceleyen bestekâr, bin yıllardır bize miras kalan ozan–âşık müzik yapısını ve makam–muğam sistemini Türk dünyası, İslâm kültürü ve nihayet dünya müzik kültürü tarihi bağlamında ele alıp incelemiş nadir bir şahsiyettir; kısacası geniş konseptli düşünceye sahip tek âlimdir.

Bir yandan Üzeyir Bey Hacıbeyli, Türk (kaynaklarda “Şark” diye geçer) müzik sistemini oluşturan ve makam düzeninin teorik temelini atan Ebu Nasr el-Fârâbî (9. yüzyıl), Ebu Ali İbn Sina (10. yüzyıl), Safiyüddin Urmevî (13. yüzyıl) ve Abdülkadir Merâgâî (14. yüzyıl) gibi büyük âlimlerin ve onların geleneklerinin varisidir. Diğer yandan ise Azerbaycan’ın yeni bestecilik okulunun temelini atmış olan Üzeyir Bey, o büyük müzikçi–matematikçilerin oluşturduğu “muhteşem 12 sütunlu makam düzeni”nin esaslarını takip ederek, müziğimize Avrupa notasyon sistemini getirip, Avrupa müzik geleneklerinin bizlere uygun temas noktalarını bulmuş ve bu yolla müzik düşüncemizi genişletmiş, zenginleştirmiş, kadim kültürümüze yeni bir nefes kazandırmıştır.

Bu nedenle Üzeyir Bey’in faaliyetlerinin derinlemesine incelenmesi, içinde bulunduğumuz tarihî süreçte müziğimizin gelişimi açısından ortaya çıkan yeni aşama sorunlarının çözülebilmesi yönünde artık bir “olmazsa olmaz” hâline gelmiştir. Temel görevimiz Üzeyir Bey fenomenini ortaya çıkarmaktır.

Bununla birlikte tüm samimiyetimle ifade etmeliyim ki, Üzeyir Hacıbeyli gibi bir dahinin yaratıcılığı yeterince incelenmemiştir. Evet, onun büyük bir sanatkâr olduğu yönünde çok şey söylenir, yazılır, yorumlanır; ancak iş, eserlerinin ciddi tahliline geldiğinde, ortaya koyduğu müziğin millî temellere bağlılığı konusunda oldukça yüzeysel, kalıp hâline gelmiş düşünceler veya soyut genellemelerle karşılaşılır. Azerbaycan müziği yeni bir gelişim dönemine adım atarken, hatta bir miktar yol almışken, müzik kültürümüzün bu durumu pek memnuniyet verici değildir. Bu sebeple Üzeyir Bey’in eserlerinin ciddi biçimde araştırılması, özellikle ayrıntılı analiz edilmesi ve bu çok önemli çalışmaların sonuçlarının müziğimizin geleceği olan genç bestecilere ve genç araştırmacılara aktarılması son derece önemlidir. Bu bugün son derece güncel bir görevdir; çünkü genç yaratıcı güçler arasında “Avrupacılık”, “entelektüelcilik” eğilimleri hızla yayılmaktadır ki, bu da gençleri gerçek Azerbaycan müzik kültüründen uzaklaştırmakta ve sonuçta müzik hareketimize zarar vermektedir.

Üzeyir Bey’den sonraki gelişim aşamasında bestecilerimizin birçoğunun eserlerinde Avrupa müzik uygarlığının tür ve biçimlerinin baskın hâle geldiğini bir gerçek olarak belirtmek isterim. Bu durum, “post-Üzeyir Bey” diye adlandırdığım dönemde eğitim–öğretim meselelerinin daha da belirginleştiğini göstermektedir. Elbette ki o süreçte müziğimizi temsil eden bestecilerin (Asaf Zeynallı, Ertoğrul Cavid, Müdhet Ahmedov, Gara Garayev, Niyazi, Cevat Hacıyev, Fikret Amirov, Soltan Hacıbeyov vb.) büyük başarıları tartışmasızdır ve bu gelişimin müzik sanatımıza olumlu etkisi bir gerçektir. Ancak yeniçağda bestecilerimizin karşısında farklı sorunlar vardır. Bu sorunların aşılması için önemli görevlerimiz bulunmaktadır. Şöyle ki, çağdaş Azerbaycan bestecisinin güçlü eserler yazabilmesi için bir yandan Türk müzik geleneğine derinlemesine dayanması, diğer yandan Avrupa müzik prensiplerini mükemmel biçimde özümsemesi gerekir. Avrupa müziğinin öğrenilmesinin önünde hiçbir engel yoktur; çünkü tüm temel müzik okullarımız ve yükseköğretim kurumlarımız bu konuda yeterli eğitimi vermektedir. Ancak kendi Türk müziğimizin, özellikle de onun tarihinin, sisteminin ve estetiğinin öğrenilmesi yeterli değildir — hatta bunu söylemek bile hafif kalır. Bu nedenle genç bestecilerimizin müzik düşüncesi tek taraflı, daha çok “Avrupa yönlü”dür ve aşırı derecede “Avrupa merkezli”dir. Üzeyir Bey’in mirasının incelenmesi bu yüzden son derece önemlidir; dahi bestecinin tecrübesinden faydalanmak ise bir zorunluluktur ve müziğimizin geleceğe doğru atacağı adımların en vacibidir.

Aydın K. AZİM

Türkiye Türkçesine Aktaran: Aleyna MALKOÇ

Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *