Yolbaşıcımız Mustafa Cemil Kırımoğlu

Muaz Ergü Bey, dibace.net için  77. doğum yıldönümü nedeniyle Mustafa Ağa hakkında bir yazı istedi benden. Önce haya ettim Onunla ilgili bir yazı kaleme almaktan. Her anlamda, her yönüyle bir dünya efsanesini tanıtmak, tanımlamak kısa bir yazıyla mümkün olmayacak. Ağamızı anlatacak kelime bulmak gerçekten kolay değil. Kelimelerim kesinlikle kafi gelmeyecek, farkındayım.

Yolbaşıcımız Kırımoğlu ile ilgili yoğun emekler içeren çok değerli çalışmalar söz konusu. Belgeseller, kitaplar… Açıkçası bu çok değerli çalışmaların yanında bir şeyler yazmaktan çekinmedim değil. Özellikle, Kırım Tatar Milli Meclisi Türkiye Temsilcisi, Emel Kırım Vakfı Başkanı Zafer Karatay ve Neşe Sarısoy Karatay‘ın hazırladıkları “Kırımoğlu Bir Halkın Mücadelesi”  belgeseli altın değerinde bir çalışma. İki yıl içinde tamamlanıyor. Belgesel dokuz bölüm, 270 dakika… 1000’e yakın dönem tanıklarının ve şahitlerinin acı anıları, binlerce sayfa tutan Sovyetler Birliği arşiv belgeleri, KGB ve mahkeme tutanakları, yeraltı neşriyatları, belgeler, kişisel kayıtlar dikkatle incelenmiş. Yolbaşıcımızın tutuklu kaldığı Sovyet mahpushaneleri yerinde görülerek belgesele alınmış. Karataylar titizlikle çalışarak sadece biz Kırım Tatarlarına değil gelecek nesillere ve dünyaya eşsiz bir film tadında belgesel bıraktılar.  “Kırımoğlu Bir Halkın Mücadelesi” belgeselini izlemeyenlerin Kırım Tatar mücadelesi ve Kırımoğlu hakkındaki bilgileri muhakkak eksik kalacak. 

Mustafa Cemil Kırımoğlu… Türkiye Onu Sovyet Hapishanelerinin parmaklıklarını eğen siyah beyaz çizilmiş resimleriyle tanıdı. 303 gün süren açlık grevi dünya çapında tahmin edilemeyecek derecede ses getirdi. O zamanlar Amerika radyoları ve bir çok dış basın haberlerine Mustafa Cemil Kırımoğlu’nun açlık grevinin kaçıncı gününde olduğuyla başlardı. Chronicles of Events adı altında Batı’ya sızdırılan bilgilerde, dokümanlarda Mustafa Cemil Kırımoğlu’ndan ve demir perde arkasında yaşayan Kırım Tatarlarından haberler veriliyordu.

Rusya’dan Batı’ya kaçıp İngiltere’ye yerleşen John Crowfoot ile görüşmelerimizden birinde ‘Mustafa’yı Moskova’da görmüştüm. Bir çamaşırhanenin arka tarafında biz dissidentler gizlice buluşuyorduk. Mustafa’da oradaydı. Çok saygılı ve beyefendi haliyle bizi selamladıktan ve hatırımızı sorduktan sonra hiç kimseyle çene çalmadan sürekli bir şeyler yazdı, bir düzine mektupları düzenledi. Arka arkasına sigara içtiği için duman kaplamıştı başını. O ise hiç bir şeyden rahatsızlık duymadan, sessizce sürekli çalıştı. Yabancı bir sefirin eşi ertesi gün Moskova’dan ayrılacaktı ve bu bilgiler bir şekilde o sefirin hanımına o gece yetişmesi gerekiyordu’ şeklinde anlatmıştı.

John Crowfoot ve bir kaç arkadaşı Chronicles of Events şeklinde o belgeleri İngilizceye çevirerek Web sitesinde yayınlamaya başladılar. Bu belgeler bir şekilde Rusya’dan çıkartılıyor ve Berlin’e geliyordu. Rusça’dan Almanca ve İngilizceye çevrilen bilgiler derhal dünya basınına veriliyordu. Merak edenlerin, ilgilenenlerin bu siteye göz atmalarını tavsiye ederim.

Yolbaşıcımız Mustafa Ağamızın çilesi altı aylık bebek iken başlıyor. Ailesi ile Kırım’dan hayvan vagonlarıyla Orta Asya’ya sürülüyor. Sonrası sürekli mücadele, hep mücadele…  Kırım’a her gittiğimde büyük sürgünü yaşamış ve Kırım’a dönüp gelen yaşlılarla röportaj yapardım. Sorduğum sorulardan biri ‘Stalin’in ölüm haberini nasıl aldınız? Ne hissettiniz?’dir.

Mustafa Ağam’ın Bahçesaray’da bana verdiği cevap şaşırttı. Çocukken bile ne kadar öngörülü olduğunu ve liderlik kumaşına sahip bulunduğunu o zaman o hareketinden dahi anlayabiliyoruz. Belgeselde de geçen sözleri tekrarlıyorum; “Okuldaydık o gün. Öğretmenimiz geldi sınıfa, ağlamaktan gözleri kıpkırmızı olmuş. Üzgün bir şekilde ‘babamız Stalin öldü!’ dedi. Ben ve arkadaşlarım çok sevindik. Öğretmenin de göstermelik ağladığını zannediyordum. Arkasından gidip baksam, boş sınıfın birinde kafasını vura vura ağlıyor. Bir biz ağlamıyoruz. Hemen soğan kesip gözüme sürdüm, arkadaşlara da dedim, siz de soğan sürün, ağlamaya uğraşın. Yoksa anamıza babamıza eziyetleri bitmez bunların.”

Bunları bana naklederken hafif bir gülümseme belirdi yüzünde. Başka sorularımı da sabırla cevapladı ve Akmescit’e Meclis’e gitmesi gerektiğinden yanından ayrılmak zorunda kalmıştım. Ama her görüşümüzde mütevazi bir şekilde, hafif gülümsemeyle dinler. Yaşadığım ülkenin politikası hakkında soru sorar, orada yaşayan Kırım Tatarları hakkında, durumları hakkında malumat alır.

Hatta Londra’ya bir gelişinde Heatrow Havalimanından karşılamak için bir grup olarak gitmiş ve o sıralar henüz 10 yaşlarında olan oğlumu da götürmüştüm. Havaalanında karşılamada oğluma da sıkıca sarılarak, Kırım’ın işgalinden sonra getirilip Kırım’a yerleştirilen Ruslardan Kırım’ı nasıl temizlemek gerektiğini, ne düşündüğünü sormuş, ilgiyle dinlemişti. İyi bir lider iyi bir dinleyici olmalı, çok okumalı. Mustafa Ağa’da bu özelliklerin hepsi misliyle var.

Rusların Kırım’ı 2014 te işgaliyle ikinci sürgünlüğünü yaşayan yolbaşıcımız, Kyiv ziyaretimde beni evinde ağırlamıştı. Türk kahvesini çok seviyor ve başkasının yaptığı kahveyi pek beğenmiyor olsa gerek ki benim kahvemi de Mustafa Ağam yapmıştı. Kırım’a dönüp geldikleri zaman, Meclis’e gelip dertlerini anlatan Kırım Tatar halkımızdan bahsetmişti. Kendisini ziyarete gelip arzıhalde bulunan bir karı-kocadan bahsederken gülüyordu. Onlara verdiği cevap ise çok ince zekasının göstergesi esprili bir karşılıktı. İnsanı çileden çıkartacak olan sorunlarına Mustafa Ağamızın esprili cevabını ve altında yatan zekayı, verilen öneriyi, aklı anlayabilmişler miydi, bilemeyeceğim.

Kahvemizi yudumlarken Cengiz Dağcı hakkında soru sordum. “Moskova’da Devlet Kütüphanesinde vardı Rusça olarak tercüme edilmiş. Ama yasaklı yayınlar arasındaydı. Cengiz Dağcı Suwarevski – Korkunç Yıllar kapağını gördüm. Üzerine koskoca kırmızı ‘yasak’ damgası vardı” yanıtını vermişti. Cengiz Dağcı da bahsetmişti KGB’in Cengiz Dağcı’nın kitaplarını Rusçaya çevirip incelediğini.

Rus, Cengiz Dağcı’nın İngiltere’ye Polonyalı eşiyle Polonyalılar ile gelirken eşinin soyismi Suwarevski ismini de eklettiğini çok iyi biliyor ve bunu kayıtlarının altına alıyor. Halbuki Cengiz Dağcı Türkiye’de basılıp, Türkiye’de dağıtılan kitaplarının hiç birinde Suwarevski ismini kullanmamıştı ve KGB bu kitapları Türkiye’den temin ediyordu.

Mustafa Ağamız Cengiz Dağcı’nın kitapları yasaklı olduğundan onları okuyamamıştı. Serbestlik geldiğinde ise bütün kitapları okumuş ve Dağcı’yı sağlığında Londra’da ziyaret etmişti. İki efsanenin, iki devin karşılaşması ve ikisinin de gözlerinden dökülen yaşlar eşliğinde Kırım’ı ve Kırım Tatarlarının durumunu konuşmalarını gazeteci yazar Mustafa Köker Türkiye basınına aktarmıştı.

Mustafa Cemil Kırımoğlu’nun henüz bebek iken sürgünlüğe gönderilmesiyle başlayan hayatı sürgünlükte devam etmekte. En güzel yaş günü hediyesi Kırım’ın özgürlüğe kavuştuğu gün olacak. Kırım’ın özgürlüğe kavuştuğu gün Mustafa Cemil Kırımoğlu yeniden doğmuş olacak ve bize liderlik, yolbaşıcılık yapmaya devam edecek. Allah kendisine uzun ve sağlıklı ömürler versin, Kırım Tatar milletinin başından eksik etmesin.

Melek MAKSUDOĞLU

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir